2014 Yerel Seçimine hazırlanıyoruz. Elazığ’da, Vali Fahri Bey Caddesindeki AK Parti Seçim Koordinasyon Merkezimizdeyim. Ocak ayı, hava buz, saat gece 01.00. Dışarıda Gençlik Kollarından arkadaşlar caddeyi süslüyor bom aracının üzerinde, sabaha karşı bitecekmiş süsleme ve ben güne, karşı kaldırımdaki apartmanın en üst katındaki evimden, caddeyi seyrederek başlayacağım. Hiç unutmuyorum o sabahı, bizimkiler o soğukta, sabaha kadar bütün caddeyi ilmek ilmek süslemiş, cıvıl cıvıl bir bayram sabahına uyandım sanki. İnsan her ne yapıyorsa aşkla yaptığında başka bir renk, başka bir koku katıyor. Bu gençlere tir tir titreyerek, uykusuz, yorgun bir hal ile bu caddeyi nakışlatan neydi? Burak’ı yorgunluktan, uykusuzluktan o buz gibi bankın üzerinde uyutan, işini bırakıp eve gitmekten alıkoyan neydi?
Gönül ister ki hep güzellikler, tatlı yorgunluklar ile geçsin ama canımızı yakan bir olay oldu seçime yaklaşırken. Bizimkiler her gün sahada, ev ev geziyorlar. Kötü insan biter mi hiç! Bizim gençler broşür dağıtırken bir grup musallat olmuş, Fatih gözlerini hastanede açtı ama tanınmayacak halde. Doktor bilmem kaç ameliyattan sonra kırık oluşan yerlerin kısmen iyileşeceğini söylüyor. Seçim günü hepimiz SKM’de bilgisayar başında sonuç bekliyoruz ama aklımız Fatih’te. Kapı açıldı, yanındakilerin yardımıyla Fatih içeri girdi, herkes ayakta, gözlerimiz dolu, uzun uzun alkışlıyoruz, sanırım o gün en çok onun için istedik muzaffer olmayı. Fatih’i, vücudundaki kırıklarla yeniden o kapıya vardıran neydi?
Parti binamızı İzzetpaşa Camii’nin yan tarafına taşımışız, nasıl sevmişim yeni yuvamızı. Hele de akşam olup caminin ışıkları yanınca eve gitmek istemiyorum. Bazı toplantıların öncesi İzzetpaşa’da vakit namazı eda edilir öyle geçerdik istişareye. Toplantı araları bir kıraat yükselirdi içeriden. Sadakallahü’l-azim… Kandil günleri muhakkak bizim evdeydik. Öğrenciyken en çok bu sebeple bir öğrenci evi kurdum, kalabalık sofralarda kendi yaptığım salatayı onlara uzatıp o tabak bitecek, demek için. Yönetimdekiler koca koca güveçler atmış fırına, kandil iftarına. Sadullah, partideki büyük çay ocağını sırtlanıp bizim eve bırakmış. Özlem evin koridoruna bile sofra hazırladı, Neslihan komşulardan çay bardaklarını toplayıp getirmiş. Bir ara kapıdaki ayakkabıları düzenlemek istedim o kadar çoktu ki gülümseyip şunu söylediğimi hatırlıyorum, elhamdülillah biz ne güzel kalabalık bir aileyiz. Sadullah’a o ocağı taşıtan neydi? Halil Abiyi derbiye gitmekten alıkoyan, cuma günleri İzzetpaşa’dan yükselen “safları sıklaştıralım” sözünü hayatımızın her mücadelesine tatbik ettiren neydi?
İsmet Özel de sormuş evvelden: “Yaşamak çarpısı derlerdi buna, yaşamak çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu göze almak mı? Niçin?”
Gönüle bir cevap düşürene hamd olsun. Varlığımızın asıl gayesini bildirene, yaşatana, hayırlı dertlerle ömrümü demleyene hamd olsun. Yokuşu göze almak mı; Allah rızası için, ümmet için, ülke için, millet için, bayrak için, mazlum için, mağdur için, “biz”im için…