“Neden buradayız?”… 2013’te genç bir topluluğa bu soru ile seslenmiştim. Kendime de sık sık sorar var oluşumun ve bazı yollara çıkışımın, bazı yerlerde bulunuşumun temelini kontrol ederim. Bilenler bilir yaklaşık 15 senedir bir siyasi parti çatısı altında koşturuyor, soluklanıyorum. Yorulur gibi olduğumda hemen bu soruya sarılıyorum: “Neden buradayım?”. Kalabalığa sorduğumda da biri salonu inleterek gönlünden taşan o cümleyi savurmuştu, “dâvâm için!” Neydi bu dâvâ? Slogandan öte bir mesele olmalıydı. Çok sık rastladığım bir soru var bir de: “Maaş alıyor musun partiden, para veriyorlar mı?” Bu soruyu duyunca en ağır hakareti işitmiş gibi ürperiyorum. Hayır, diyorum, o çatı altında gönüllülük esası var. Ailenden, okulundan, arkadaşlarından, istikbalinden feragat edip zamanını orada harcıyorsun ve para almıyor musun, diye garipsiyorlar. Hâlbuki ben zamanımı harcamıyorum, kıymetlendiriyorum orada. Bir karşılık alır veya beklersem bu iş olur, ticaret olur. Başa dönelim o hâlde, neydi bu dâvâ? Kör gecenin zifirisini aklımıza damıtarak uykumuzu kaçıran neydi? Gecenin üçünde bizi balkona savurup sonsuz gökyüzünden bir parça nefesi ciğerimize doldurmayan neydi? Neydi “ne olacak bu memleketin hâli” derken sinemize oturan kayanın derdi? Hasta annemizi evde yalnız bırakıp, yorgunluktan hastanelik olana dek ev ev bizi gezdiren neydi? O evlerin kapısında kalbimizi titreten neydi? Kudüs için, Doğu Türkistan için bizi sokağa döken neydi? Neydi hiç tanımadığımız insanlar için döktüğümüz gözyaşının anlamı? Kırk kere kovulduğumuz kapıya bizi yeniden götüren, canımızı yakan hiç kimseyle meselemizi, dâvâ dediğimiz meselenin önüne koydurmayan neydi? Kırk kere yere düşüp yeniden ayağa kalkacak gücü, umudu, mecâli bize veren neydi? Neydi her şeyden elimizi eteğimizi çektirmeyen, evimizde keyfimize baktırmayan, kahve köşelerinde oturup memleket kurtarmak yerine bizi yollara düşüren, her daim yolda tutan neydi? Bize fikir sancısı çektiren, ölmeden evvel ölme derdine düşüren, yaşamayı bildiren neydi? Ot olmamayı, kör ve sağır kalmamayı seçtiren neydi? “Bana ne” dedirtmeyen neydi? Bir arkadaşım “illa hayır işi yapmak istiyorsan yığınla hayır işleri yürüten STK var, neden siyaset” demişti. Oralarda da varız, var olacağız Allah’ın izniyle. Oraların tecrübesi, lezzeti de apayrı. Doğrudan hayır ile kesişiyor yolun oralarda. Partide de dolaylı yoldan koşuyoruz bu hayrın peşinden. Derdimiz Allah rızası, dediğimde, oy toplamanın neresinde var Allah rızası, demişti biri de. Yukarıdaki soruların hepsinin cevabını hakkıyla verince zaten “ben neden siyasetle ilgilenmeyeyim” diyorsunuz. Siyaset bir memleketin idaresi ile alakalı olunca o memleket düze çıksın, mağdur kalmasın, herkes gülsün diye, o idarenin sağlamlığı için yola düşüyorsunuz. O idare sağlam olunca STK’lar daha rahat yürütüyor hayır işlerini, garibin yüzü gülüyor, sınırların ötesine ses olunuyor, umut olunuyor. Siyasette aktif görev alınmamasını elbette anlarım fakat siyasetle ilgilenmiyorum sözü bir Müslüman duruşundan çok uzak bir söz bana göre. Müslüman mesuldür; komşusundan, mazlumdan, mağdurdan, dünyanın öbür ucunda da olsa akan kandan, gözyaşından mesuldür. Ve bu mesuliyetin gereklerini yapıp hiçbir karşılık beklemez, karşılık teklif edilmesini dâhi hakaret addeder. Evet, Müslümanca yaşama gayreti gösteriyorum, muvaffak olur muyum bilmiyorum ama bu gayret üzere ölmek istiyorum. Evet, tek kuruş almadan ve hatta son kuruşuma kadar harcarken büyük bir mutluluk duyarak mesuliyetimin hakkını vermek istiyorum. Hiç kimseye “partiye girdi iş buldu” dedirtip mesuliyetime leke sürdürmemek için kendi imkânlarımla bu duruşu devam ettirmeye çalışıyorum. Gençliğimin hakkını vermek için koşuyorum, o yolda, varmayı düşünmeden koşuyorum. Sivil itaatsizliğin babası Amerikalı yazar, şair, düşünür ve eylemci Henry Thoreau 1846'da Meksika ile savaşan Amerika'ya 'salma' ödemeyi reddettiği için hapse atılır. Kendisini ziyarete gelen arkadaşı Waldo’nun, "Henry, neden buradasın" sorusuna, "Waldo, asıl sen neden burada değilsin" diye karşılık verir. Neden burada değilsin?