Ülkemizin hareketli gündemi daha da hareketlenerek seçim telaşı kendini iyice hissettirmeye başladı. Aday adayları, kampanyalar, reklamlar, vaatler, stratejiler, duyumlar, kulisler havada uçuşuyor. Benim bu süreçlerde aklıma ilk gelen “gençler” oluyor. Hani şu Farsçada kelime karşılığı “hazine” olan genç. Bazılarınca seçimden seçime değerlendirilen hazine. Seçimde gün yüzüne çıkar, parlatılır, okşanır, sevilir. Çünkü bazılarınca genç demek, kapı kapı dolaşıp bütün broşürlerini beleş dağıtacak tecrübesiz, saf, kendini kıymetli, işe yarar zannetsin diye yüzüne gülüp arkasını döndüğünde adını bile bilmediğini fark ettiği çoluk çocuktur. Bazılarınca genç; dolu salondur, tezahürattır, göğüs kabartan sloganlardır, tatmin edilen egodur, ayak işlerine koşturulacak elemanlardır.
Hiç unutmam, elleri buz gibiydi… Sen biraz dinlen içeride dedim. Bu broşürler bitmeden olmaz dedi. Kan rengine dönmüş eliyle yoldan geçen herkese broşürü uzatıp, buyurmaz mısınız, lütfen, diyordu. Kaç saat geçmişti bilmiyorum tebessümü hiç soğumadı, veremediğim her broşür haktır, dediğini duyunca elhamdülillah, dedim, işte burada neden bulunduğunu bilen bir genç.
Hiç unutmam, yarın sınavları var… Biliyorum çok yoruldular, saat geç oldu, evlerine, yurtlarına dönüp ders çalışacak tâkatleri, zamanları yok görüyorum. Bırakın artık, dersler de önceliğiniz unutmayın, dedim. Önce vatan, dedi biri, sustum, gururlandım. Bir seçimin neden ülke, ümmet meselesi olduğunu biliyorsa bu genç, bir seçim kaybedildiğinde ülkenin ilerleyişinin tehlikeye gireceğini, o zaman ne dersin ne de daha önemli bir derdin olacağını görüyorsa, doğru yoldayız. Ardından yürümeye devam ettim.
Hiç unutmam, gelme kardeşim bugün, dedim. Dün yanımda son parasını yola verdi. Biliyorum evden para gelmiyor, bursunu alana kadar da idare etmeye çalışacak. O ay cebindekini de her gün kampüsteki yurttan merkeze gelip çalışmalara katılmak için harcadı. Bir baktım karşımda, borç almış oda arkadaşından, gelmiş. Gelme demedim mi sana, diyorum. Gel diyenler de var abla, nasıl gelmeyeyim, diyor. Kim yahu kim gel diyecek sana. Aylan bebek, Ümran, Esma, Yasin gel dedi. Kudüs’ten, Yemen’den, Mynmar’dan, Türkmenistan’dan gelen sesler, gel dedi. Boğazım düğümlendi, hiç unutmadım ki Ümran’ın ambulansta kanlı yüzünü silerken neden gelmediniz der gibi gözümüzün içine baktığını. Sen gelmişsin kardeşim dedim, pek de hoş gelmişsin.
Hiç unutmam, hastaydı annesi. Sahaya çıkma saatimiz gelmemiş, acele ediyor, telaşlı, bir an evvel çıkıp bitirelim bugünkü evleri diyor. Neyin acelesi bu, herkes gelsin çıkarız diyorum. Ablamın işi çıktı, annem evde yalnız. Yemek saatine yetişip yemeğini hazırlayayım, diyor. Ne diyorsun yahu senin ne işin var burada, gitsene evine, annenin durumu belli, niye bırakıp çıktın. Gelemediğimde canımın ne kadar sıkıldığını biliyor, ısrar etti git, iyiyim diye. Biliyorum, güzel sonuçlar alırsak tüm sıkıntılarını o da unutacak, diyor. Evladının verdiği emeğin karşılığı vatana, millete refah, huzur olarak dönüyorsa bu emek yaraya merhem, derde deva, şifa değildir de nedir.
Toplantıdan önce abdestlerini alıp, toplantı arası kıraati ile gönlümüze ferahlık vereni de, cebinde parası yokken borç alıp koşturanları da, sokaklara bayraklar asılırken sabaha doğru banklarda uyuya kalanları da, broşür dağıttıktan sonra yol boyu yürüyüp yere atılanları tek tek toplayanları da, saatlerce aç susuz kapı kapı dolaşanları da, dualarında ümmeti ve ülkeyi hiç atlamayanları da, kırılsa da bu süreçte susmak doğru olandır diyenleri de, ezilip, hor görülüp, görmezden gelindiğinde “bize Allah yeter” diyenleri de, vatanını annesi bilenleri de, kovulduğu, sövüldüğü kapılardan Rabbim hayırla ıslah eylesin deyip devam edenleri de, seçim sonrası bir daha arayanı soranı olmasa da iyi sonuç alınmışsa bunu evvela Allah’ın takdiri bilen, istenilen sonuç alınamamışsa en başta kendinde hata arayanları da, Allah için seviyoruz be, diyenleri de unutmadım, unutmayacağım.
Bazen dönüp kravatlı amcaların yanında, hayattaki tek gayesi birkaç fiyakalı poz olan gençleri de görüyorum, yarın öbür gün bir işe girerim derdiyle her gün kravatlı amcaların ayak izlerini aşındıran gençleri de görüyorum. Yapabildiği tek şey, o çok siyasi büyüğü için methiyeler dizdiği paylaşımlar olan gençleri de görüyorum. Bu gençlerin başlarının okşandığını, gönüllerinin hoş edildiğini, sanki bir halta yarıyormuş gibi ödüllendirildiğini de görüyorum. Sonra dönüp gönlü buruk, hüzünlü, tek derdi davası olan kardeşlerime bakıyorum, elbette hiçbiri kimseden takdir, teşekkür beklemedi. Allah için yapılan işin karşılığı mı beklenirmiş hiç. Ama tüm o yorgunluklarına, kırgınlıklarına bir samimiyet beklediler, bekleyecekler de. Çünkü onlar nereye giderlerse gitsinler, nerelerde görev yaparlarsa yapsınlar, ne kadar da bir ve beraber ve aile olduklarını söylesinler, ait oldukları yerde olmak, evlerinde olmak, o çatı altında olmak ve orada samimiyetle kucaklanmak bambaşka bir his.
Uzak kaldığında yeniden o merdivenleri çıkarken gözleri dolanlara selam olsun.
İlk günkü aşkla “BİZ BURADAYIZ!” diyenlere selam olsun.
Gençliğinin hakkını verebilmek için YOLA ÇIKANLARA selam olsun.
Bin parça olsa da gönlü, mevzu vatan olunca yekpare olanlara selam olsun.
Kibrini, hırsını, dünyevi isteklerini, dava kapısının eşiğine bırakıp içeri girenlere selam olsun.
Ben’den vazgeçip “biz” olabilenlere selam olsun.
Hiç unutmam, bu aşk ilk günkü gibi. Âşıklara selam olsun!