DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM! KİME NE?

“Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” (Veda Hutbesi) Hüzünlü bir vedada vurgulanan […]

DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM! KİME NE?
Nuray Özdemir
Yayınlanma

20:45 - 29 Ekim 2018

Güncelleme

15:11 - 24 Ağustos 2020

Okuma Süresi

5 dakika

“Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” (Veda Hutbesi)

Hüzünlü bir vedada vurgulanan bu kelamları mıh gibi zihnimize saplamak ve her sabah bunları tekrarlayarak güne başlamak da ne güzel olurdu. Fakat biz ille de her sabah Kürt bir çocuğun varlığını Türk varlığına armağan etmesini, Arap bir çocuğun, “Türk’üm” diye haykırmasını daha feyizli buluyoruz. Çocuk her sabah “Türk’üm” diye bağırırsa günü daha Türk’çe geçecek, Türklüğü kavrayacak, hakkını verecek diye düşünüyoruz değil mi? Onları bizim olmayan eğitim sisteminde öğütürken, bizim olmayan kentlerde, ruhsuz binalarda büyütürken, onlara bizim olmayan hukuk kurallarını ezberletirken, bizim olmayan kültürü aşılayıp, bize ait olmayan ne varsa hepsine dört elle sarılıp çocukları da bunlarla zehirlerken, her sabah Türk olduklarını söylemeyi de ihmal etmemeliyiz, değil mi? Hepsi, her sabah “Türk’üm” diye haykırsın ki kendilerini bulma evresine kadar kafaları karmakarışık kalsın, değil mi?

Doğru olmak, çalışkan olmak, küçükleri koruyup büyükleri saymak mühim, burada hemfikiriz. Türklerin çalışkan, doğru, cesur, saygılı olduğu hakikati de hepimizce kabul edilir. Fakat neden bir Kürt’e, Arap’a “sen Türk’sün” diye diretiyoruz, herkes kendi hayatını yaşarken -sanki Türklüğün buna ihtiyacı varmış gibi- neden Türklüğü birilerinin hayatına monte etmeye çalışıyoruz. Evet, ben bir Kürt’üm ama her şeyden evvel insanım ve Müslümanım. Yine de her sabah “ne mutlu Kürt’üm” diye uyanmak beni daha insan yapmaz, daha merhametli, daha cesur, daha çalışkan yapmaz. Yahut okullarda her sabah “ne mutlu Müslümanım diyene” cümlesiyle okul bahçesini inletmek beni mutlu edecekken Müslüman olmayan tek bir çocuk dahi varsa, gönlü incinmesin diye bunu ben her gün içimden tekrar etmeyi yeğlerim. Peki, bu inat neden?

Andımız okullarda okutulsun diye direnen insanlar evvela şu soruyu kendilerine sormalı: “Türk gibi yaşıyor muyum, Türk gibi hissedip Türk gibi var olabiliyor muyum da herkesin varlığını Türk varlığına armağan etmesinin zorunlu olmasını talep ediyorum?” Zira ben bir kalemim demekle kalem, ben zenginim demekle zengin, ben Türk’üm demekle de Türk olunmuyor. Ayrıca, bir Kürt’ün Türk olmasına da ne bir Kürt’ün ne de bir Türk’ün ihtiyacı vardır. Biz yedi kıtaya ayak izimizi bırakırken, yedi kıtanın huzurunu altı asır muhafaza ederken bunun temelinde hoşgörü vardı; dine, dile, mezhebe, ırka saygı ve hoşgörü vardı. Yine Türkiye’nin temelleri atılırken bu temelde Türk’ün de Kürt’ün de Arap’ın da kanı olduğu unutulmamalı ve ille de bir ırkın üstünlüğü kavgasına tutuşulacaksa bunun birilerini incittiği unutulmamalıdır.

Mevzu birilerince çarptırılıp “Türklükten rahatsız olma” fitnesiyle toplumu oluşturan farklı yapıdaki yapboz parçaları birbirinden koparılmaya çalışılıyor, evet, farklı parçalar ama bir araya gelince bütünü oluşturan, gerçek fotoğrafı ortaya çıkaran mühim parçalar. Türk, Kürt ile, Kürt Türk ile bu muazzam fotoğrafın bir parçası olmaktan, birlikte tam ve tamam olmaktan mutlu. Bizi birbirimizden eksiltmeye çalışanlar bu konuyu fırsat bilip yazdıkça yazıyor, vurdukça vuruyor tamtamına.

Biz, dezavantajlı ya da sosyal uyum problemi yaşayanlar için projeler hazırlarken uygulama sürecinde en dikkat ettiğimiz husus “dezavantajlı” ifadesini ya da onlara bunu hissettirecek herhangi bir ifadeyi kullanmamak. Biliyoruz ki bu sözcüklerin dahi yüksek sesle ifade edilmesi yüzünden kişi kendini daha ayrı tutacak ve başkalarından farklı olduğunu düşünerek kabuğuna çekilecek, burukluk hissedecektir. Bu sözcükleri her duyduğunda ayrıştırıldığını, ötekileştirildiğini düşünecektir. Küçük bir grup insanı etkileyecek böyle bir durumda bile biz incelik göstermeyi tercih ederken neden koca ülkede her sabah Kürt’e, Arap’a “Türk’üm” dedirtip onu “öteki” konumuna düşürüyoruz. Asıl ayrıştırma burada başlamıyor mu?

Hâsılı, bu ülkede yaşamaktan, Türklerle ve farklı etnik kökenden, dinden, mezhepten, dilden insanlarla yaşıyor olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Biz birlikte güzeliz, birlikte iyiyiz ve güçlüyüz. İçiniz rahat etmediyse, ille de her sabah çocukcağızım okul kapılarında ses tellerini geliştirsin, diyorsanız, şu nasıl:

NE MUTLU İNSANIM DİYENE!