Başımın etrafında siyasî meseleler vızıldıyor, hayır bu defa yazmayacağım. Birkaç gün sonra ülkenin bütün gündemi değişecek ve ben bu sayı bu meseleyi yazmayacağım. Hâlbuki az önce “bay bay Kemal” başlığını sildim yazıdan. Sonra “seçmiyoruz!” diye bir başlık atıp neden Sezai Temelli’nin bu memlekete reva görüldüğü meselesini kazıyacaktım, altından neler çıkacaktı kim bilir. Hayır, yazmamalıyım. Etliye sütlüye dokunmamalı, kimseyi kışkırtmamalıyım. HDP’nin Muşlularla dalga geçercesine bu toprakların mayasına, ruhuna, değerlerine muhalif bir adayı getirip birinci sıraya koyması meselesini açmamalıyım. Çok değil iki sene önce ellerinde mikrofon, dağları yerinden oynatan, en dürüst, en başarılı, en samimi, en ahlaklı, en vatan sevdalısı minik partilerin bir karahindiba üflemesiyle savrulup gittiklerini yazmayacağım, hani şimdi neredeler, diye sormayacağım. Üstten bakan tavırları, kibirleri, riyaları ile nasıl ilde adam akıllı bir teşkilat dahi kuramadıklarını dillendirmeyeceğim. Herkesin onların gerçek yüzünü gördüğünü, kimsenin onlara itibar etmediğini, kuru bir tabeladan ibaret kaldıklarını yazacağımı mı sanıyorsunuz.
Siyasetin çok yoğun olduğu bu hafta çıkacak olan gazetemizde en azından köşe yazılarımız sakin ve sivil kalsın diye telkinde bulundu gazete sahibimiz. Canıma minnet, hem ne yazabilirdim ki! AK Parti’nin ilde estirdiği çalışma rüzgârını mı, ulaşılmadık köy, mezra bırakmadığını mı, Erdoğan kazanınca kurban keseceğim deyip dualarla arşı inleten Besra Teyzeyi mi, Binali Yıldırım’ın açılış diye gelip mitinge dönüşen teveccüh dolu ziyaretini mi, hayır, yazmayacağım. Ama HDP’li adayların tekstil fabrikasını ziyaret edip gençlerin ve çocukların sömürülmesi algısını oluşturmaya çalışırken kendi sömürülerinin bayrak gibi tepelerinde sallanan bir mesele olduğunu yazabilirdim, şayet siyasi bir yazı yazacak olsaydım bunu uzun uzun konuşabilirdik. Küçücük çocukları dağa çıkarıp istikballerini ayakları altında nasıl ezdiklerini ve hiçbir şey yapmamışlar gibi, sömürenler onlar değillermiş gibi, yıllarca her türlü değer üzerinden sömürü partisi olmamışlar gibi gelip burada çocukları ve gençleri düşünüyormuş gibi yapmaları meselesini can sıkıcı olduğu için zaten yazamam. Yazsaydım, sonuna şunu da eklerdim, şecaat arz ederken yine sirkatinizi söylediniz, sobe!
Yazmaya ilk başladığım yıllarda çok sert ve keskin cümleler kurardım. Eleştiriler üzerine evet, dedim kalemimi biraz yontmalıyım. Daha sakin ve yumuşak yazmaya gayret gösterdim. Kalkıp açık açık kimseye, “kurban eti dağıtan Yasin Börü’nün katilleri” demedim, “10 aylık Bedirhan bebeği canice katleden aşağılık vahşiler” demedim, “küçücük çocukların bedenini kendine siper eden, korkak, zavallı, omurgasızlar” demedim. Hem desem ne olacak, bunlar yüzsüz, üzerlerine alınmazlardı bile. O yüzden demedim. Belli ki bu sayı yazacak bir mesele yok. Sizin tüm bu yazmadıklarımla var mı bir meseleniz?