Ankara'dayım. Şehrin kursağında. Henüz yağdı yağmur, hafif bir rüzgar içimin pencerelerini aralıyor, annemin o çok sevdiği ince nakışlı perdesi hafiften sallanıyor kaburgalarımın ardında. Derin bir iç çekiyorum, dışarıdaki sonbaharın ilkini çekiyorum içime. Bir yorgunluk var üzerimde, dünyaya bir kırgınlık. Hayır, vazgeçmedim sevmekten.
Ayağa kalksam en çok ben seviyorumdur, en çok ben yaşıyorumdur, en hayatta olan benimdir. Ama... Ama şöyle oturunca bir kenara, başımı elime yaslayıp uzakları seyredince, o derin iç çekiş içimde bozkırları tutuşturunca, tükeniyor gibi hissediyorum. Şairin, "insan yandığı kadardır" dediği yerdeyim. Geçmiş, anılar bir yumruk gibi oturuyor boğazıma. Gelecek ise bir muamma. Şu durduğum yer a'raf olmalı, içimin yanan otlarıyla ruhumu saran efkâr dumanıyla, arafta tütüyorum. Ben, bir dağ başına oturmuş başı dumanlı bir dağım. Kalbinin etrafı jiletli tellerle örülmüş, soluklandıkça kesilen bir dağım. Ancak bir dağ kalkamaz yerinden kolay kolay. Oturdukça otururum. Kalksam, biliyorum, en çok ben ayaklanırım içimde. Şairin, "şimdi geçti içimden bir gençlik şarkısı" dediği yerdeyim. Bin asırlık bir yorgunluk var üzerimde, bin kez yeniden yaşlanmışım, bin kez yeniden kırılmışım, bin kez un ufak olmuşum, iç çekmişim savrulmuşum içimde. Bir dağ olmasaydım eğer, bin dertle büyütmeseydim eteklerimi, kalkar giderdim bilmediğim yerlere. Şairin, "burası Muş'tur" dediği yerdeyim. Ankara'dayken bile o yerdeyim. Bilmediğim o yerlere gitsem bile hep o yerdeyim. Benim canımın ciğeri Muş. Gittiğimde bile kaldığım Muş, eteklerine kurulduğum, başımı dizinde dinlendirdiğim Muş. Başında dert deryası varken dertli başımı sinesinde gezdirdiğim şehir. Şiirim dediğim şehir. Şimdi biri içeriden Muş diye seslense, biliyorum, en çok ben koşarım adına. Mecalim yok seni anlatmaya, öyle yorgunum ki adını gönlümce diyemeyeceğim. Şairin, "sen bile değemezsin gönül dağıma" dediği yerdeyim.
Birazdan geçer bu yağmur kokusu, güneş de batar, çay da biter, başımdaki duman dağılıverir. Nasıl olsa başımı elime her bıraktığımda yine tüterim ben, bilirim efkâr insanın içine siner. Bir akşamüstü yine raftan indiririm yorgunluğumu. Ben bir dağım, yine yıkılırım. Ben yıkılsam da bir dağım, dertlerinin üstüne yıkıldıkça büyüyen bir dağ. Şairin, "yıkılsam da ayaktayım" dediği yerdeyim. Biliyorum, en çok ben yıkılır, en çok ben kalkarım yıkıldığım yerden. "Ve le sevfe yu'tike rabbuke fe terdâ" ayetiyle en çok ben çiçeklenirim solduğum yerden.