TEMELİNDE SADAKAT OLAN EVİN DAMI ALTINDA GÜVENLE OTURULUR

Neyi istiyorsa insan (aş, iş, eş, itibar, istiklal, ihsan…) onun için ömrünün sonuna kadar mücadele edip, son nefesine dek emek verip sabırla, azimle ve içtihatla onun yolunda ilelebet yürümeli. Aksi halde ne arzu ettiği o şeyi gerçekten istiyordur ne de ona sahip olmayı hak ediyordur! Zira bir şeye sahip olmak için onu gerçekten istediğimize evvela […]

TEMELİNDE SADAKAT OLAN EVİN DAMI ALTINDA GÜVENLE OTURULUR
Zeynep Zümra YARÇİN
Yayınlanma

13:20 - 23 Nisan 2023

Güncelleme

13:30 - 23 Nisan 2023

Okuma Süresi

5 dakika

Neyi istiyorsa insan (aş, iş, eş, itibar, istiklal, ihsan…) onun için ömrünün sonuna kadar mücadele edip, son nefesine dek emek verip sabırla, azimle ve içtihatla onun yolunda ilelebet yürümeli. Aksi halde ne arzu ettiği o şeyi gerçekten istiyordur ne de ona sahip olmayı hak ediyordur! Zira bir şeye sahip olmak için onu gerçekten istediğimize evvela kendimizi inandırıp emin olmalı ve onun için gerekli gayreti göstererek Yaratıcımızı da o isteğimizi ve itikadımızı destekleyen dualarımızla ikna etmeliyiz ki ona sahip olmayı hak edelim. En önemlisi ise o unsurlara sahip olmak için verdiğimiz mücadeleyi asla unutmamalı sahip olduğumuzda da kıymetini bilip elimizden kayıp gitmesine göz yummamalıyız.

Sahibi olarak görülsek ve bilinsek de bazı şeylerin, neticede emek vermediğimiz kıymetini bilmediğimiz, ilgi göstermediğimiz, özenerek davranıp özel olduğunu hissettirmediğimiz ne varsa elimizde, ama erken ama geç bir süre sonra illaki bizim olmaktan çıkıveriyor. Sahipliğini üstlendiğimiz şey her ne olursa olsun, olumsuz şartlarda artık bizim sözde sahipliğimizi red ediyor zira sahibinin ilgisine muhtaç olan her şey o ilgiden mahrum kalınca ve ihtiyacı olanı evinde, sahibinde bulamayınca haklı olarak, beklemekten yorulur, sıkılır, usanır. Ve bir gün aniden kayıp düşer sahibinin avuçlarından. Çekip gider bir zamanlar hayat bulduğunun hayatından. Canhıraş atar kendini sokağın bağrına, ihtiyaç duyduğu ilgiyi dışarda aramaya koyulur. Liyakat görmediğine karşı o da sadakatini yitirir bir süre sonra.

Bir bitki tabiatı gereği çiçek açması gerekirken açmıyorsa ihtiyacı olan şartlar sağlanmıyor demektir. Çiçek açması, gelişmesi için bitkiyi değil şartlarını iyileştirmemiz gerekiyor evvela. Toprağı, ışığı, suyu, ısısı aşırı ve ya yetersiz ise bitki bu olumsuz koşullarda meziyetini teşhir etmeyi geçelim hayata bile tutunamaz. Kökü sağlıklı olan bir bitki toprağına daha güçlü tutunur. Gövdesi, dalları, yaprakları, çiçekleri ve tohumu da aynı ölçüde sağlıklı ve göz alıcı olur. Manevi ihtiyaçlar da insanların yaşamında bu denli önemlidir. Sadakat duygusu taşımayan bir insanın özünde sağlam bir kişilik ve sağlıklı bir düşünce barınamaz. Ne saygı madeni işler o kişilerin ruhunda ne de sevgi çiçeği yeşerir kararmış kalplerinde. Çorak birer toprak olur sevgiden, saygıdan ve sadakatten yoksun yürekler.

Süfli heveslerine, hevalarına kul-köle olanlar, kalplerinde merhamet, bağlılık ve empati duygularının zerresini barındırmazlar zira onlar nefislerinin tuzaklarına düşmüş zavallı ve aciz birer düşkün olarak, daima ziyandadırlar. Kendilerine de çevrelerine de bir eziyet ve zulüm kaynağıdırlar. Bağlılık duygusu olmayan bu kişilerin empati yetisi de gelişmediği için en yakınlarına karşı anlayış, merhamet, saygı ve sevgi kavramlarını da geliştirmezler. Aile başta olmak üzere sevgi ve saygının “yok” olduğu bütün ilişkilerin akıbeti ise malumumuz pamuk ipliğine bağlıymışçasına zamanla kopup gidiyor. Toplumun en önemli yapısı, temel taşı olan aile birliği de sebeplerden muzdarip yok oluyor.

Emniyet kelimesi ile de çok yakın bir akrabalığı olduğunu düşündüğümüz sadakat kavramı: “Arapça ṣdḳ kökünden gelen ṣadāḳat صداقة z erdemli olma, doğru ve adil olma sözcüğünden alıntıdır.” İnsanın kendini sadakat küffesini omzuna almış bu kavrama “hamal” olmuş birine gözü kapalı bırakıp gönül rahatlığına ermesi demektir birinden emin olmak. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) buyurduğu gibi “Müslüman elinden, dilinden ve belinden emin olunan kimsedir.” Ve yanı sıra iyi ve erdemli bir insan olmanın şartı ise gözünden, kalbinden ve zihninden canlı ve cansız hiçbir varlığın zarar görmediği kimsedir. Şahsi menfaatleri uğruna başkasının hakkını göz ardı eden değil herkesin hakkını gözetendir… Bütün bunların özetinde ise vicdan denen kavramı görüyoruz. “Herkesin adaleti kendi vicdanıdır.” Sözünde ifade edildiği üzere… Sözünde durmayan da, gönül inciten de, borcunu geciktiren de, yolda bırakan da, yoldan çıkaran da… Küfesine bir kul hakkı vebalini yüklemiştir. Geçmiş ola!

Emin (güvenilir) bir (insan) Müslüman olmamızın evvela şartı borcumuza, sözümüze, emanetimize, vatanımıza, ideolojilerimize, işimize, eşyalarımıza… Hayatımızdaki insanlara ve tabi ki kendi hayatımıza; bedenimize, ruhumuza, duygularımıza… Yaratıcımıza; dinimize, ibadetlerimize… Özetle kendimize ait olarak gördüğümüz, bildiğimiz, hissettiğimiz, sevgi ve saygı duyduğumuz, önemsediğimiz, özlediğimiz ve özümüzden bir parça olarak gördüğümüz, kaybetme korkusu (endişesi) taşıdığımız; canlı ve cansız (soyut ve somut) her şeye ama her şeye karşı büyük bir saygı ve sadakat duygusu ile sımsıkı bağlanmamız ve beraberinde o duyguyu sonsuza dek idame ettirmemiz gerekiyor. Şunu bilelim ki: Vicdan taşıdığımızın en bariz kanıtı, karakterimizin “boy” aynasıdır “sadakat” duygumuz.