Son yazdığımın MUŞ’TAN MEKTUP adlı yazıma bir dahaki sayıda devam edeyim. Ancak bu gün, son zamanlarda çok sık duyduğum, kendimizden başkasını sık sıkı eleştirme sohbetlerine şahit olduğum için o konu ile alakalı yazayım dedim… Yani ÖNCE KENDİMİZ… İnsanlar ve ilişkileri üzerine kafa yoranlar son dönemlerde özetle şunu diyorlar: “Sahip olmayın, lâyık olun.” yani sahip olduklarınıza sahiplik taslamadan önce, ona bir lâyık olun.
Çünkü aslolan sahip olduklarının kıymetini bilmektir. Önemli olan sahip olduğu nimetlere hakkıyla lâyık olmaktır çünkü hak etmediğin şeyler (özellikle de nankörlük edip isyan ettiklerin) bir gün senden geri alınacaktır.
Ve lâyık olmak, ait olmaktan bile önce gelir. Çünkü aidiyet, liyakate bağlıdır. Ait olduğunu düşündüğün konuma veya kişiye lâyık olmaya çalışır, yani bunun için uğraşıp emek verirsin… Çalışır çabalarsın, duyarsız kalamazsın…
Birine, bir kuruma veya bir şeye lâyık olmak için, ona kalben sadık olup samimi olarak bir çaba gösterme azmi gerekir. Ve hayat her konuda gösterdiğimiz bilinçli çabaların toplamıdır.
Hiç bir çaba göstermediğin şeylerin senin gözünde pek bir değeri yoktur. Çünkü değeri olanlar için emek verirsin. Bu içinden gelir, bilinçaltı kodlarında bu şifreler vardır. Buna istesen de karşı koyamazsın. Hayatın devamı ve zayıfların korunması için, bu yönelim ve gayret, genlerimize önceden ince ince kodlanmıştır. İçten gelir. Karşı konulamaz ve insanı harekete geçmeye zorlar.
Onun için bu minvalde diyorum ki:
“Sahip olmadıklarınıza kahredip dertleneceğinize ve üstünüzde yoksunluk hissi taşıyacağınıza, sahip olduklarınıza şükredip onlara lâyık olmaya çalışın ve kendinizi zengin hissedin. “Çünkü Allah’u Teâlâ Hazretleri “Zül Celâli vel İkrâm”dır.
Herkese hak ettiğinden fazlasını bol bol, cömertçe verir. İmtihan olarak verdiği gibi, imtihan olarak vermediği de olur. Hikmetinden sual olunmaz, o ayrıdır ama hak eden etmeyen diye ayırmadan, herkese sayılamayacak kadar çok nimetler bağışlar. Bunu kimse inkâr edemez. Ama şükreden ve sabreden kullarına nimetlerini arttıracağını vaad ederken, nankörlük edip âsi olanlara da ellerinden o nimetleri alacağına dair uyarıda bulunur.
Başa dönersek bizler sevdiklerimiz için bir ömür çabalar dururuz. Onları memnun etmeye çalışır ve onlara yanımızda oldukları için bir nevi teşekkür bâbında elimizden geldiğince yardımcı olur ve hayatlarını kolaylaştırmaya çalışırız. Hiç bir çaba da boşuna değildir emin olun. Biz yapalım da, balık bilmez belki ama Hâlık bilir. Biz üstümüze düşeni yapmakla hele bir sorumluluktan ve borçtan kurtulalım. Gerisi Allah’ın bileceği iştir. Ve O yarattığı aciz kulları gibi, hiç bir zaman kendisine güvenip inanan hiç bir kulunu asla yarı yolda ve yüzüstü bırakmaz.
Ama şunu da unutmayalım, hiç bir zaman en yakınımız dahî olsalar hiç bir kulu Allah’tan üstün tutup ona kendimizi koşulsuz olarak adamayalım. İlk sırada her zaman yaratıcımız ve O’nun sevgisi olsun. Doğru sıralamada sevelim, yaratılmış her şeye ve herkese ölçülü sevgi verelim ve kendimize de hatta ifrata kaçıp sevdiklerimizi şımartarak onlara da zulmetmeyelim. Yoksa hiç bir şeyin bir anlamı kalmaz, çünkü sıralama bozulmuş olur ve yaratıcımızı darıltmış oluruz. İlişkilerimiz doğru sıralamada olursa her şey yolunda gider ve tabir-i caizse su akar ve yolunu bulur zaten.
Son olarak şunu diyeyim: “İnsanlar ömürleri boyunca kendilerini geliştirmekle mükelleftirler. Bu konuda: ‘İki günü eşit olan ziyandadır.’ Hadis-i Şerifi’ni hatırda tutalım, unutmayalım. Gelişime ve değişime direnç gösteren cahillerden olmayalım. İnsan ölene kadar öğrenen, gelişen ve ilerleyen bir varlıktır. Ama kimi insanlar değişime ölesiye direnir ve hatta değişmekten acayip şekilde korkar çünkü rahat etmek ister, alıştığı dışında hareket etmek istemez. Konfor alanında yaşayıp gitmek ister. Ayrıca bazı insanlar da kendisini kusursuz ve tamamlanmış olarak görür ve hep karşısındaki insanların değişmesi ve kendisini düzeltmesi gerektiğini söyler durur. Acaba bu söz kulağa nasıl geliyor? Hiç âdil gelmiyor değil mi? Hâlbuki kusursuz insan yoktur. “Mezarlar kendisini kusursuz sanan başlarla doludur.” derler.
Şunu da herkes bilmelidir ki; ikili ilişkilerde değişme ve birbirine ayak uydurma çabası, karşısındaki kişiden önce aslında ilişkiye ve kişinin kendisine yardımı ve yatırımıdır çünkü uyumu ve huzuru bu çaba sağlar. Üstelik değişimi, gelişimi ve çaba göstermeyi sadece ve her zaman karşı taraftan bekleyenler, hem kendisini hem de etrafını kahrederler ve onlar ne kendilerine ne de etraflarına huzur vermezler, sadece gerilim ve huzursuzluk yaratırlar. Allah hepimizi böyle bencilce düşünmek ve yaşamaktan korusun… Aslında bu konu çok çok uzun ve üzerinde yine uzun uzun düşüneceğimiz, yazacağımız ve konuşacağımız konu ama ben bu günlük kısa keseyim…
Selam ve dua ile