NASIL GİDİYOR?

Nasıl gidiyor? Hani “hâl hatır” adabınca sorar ya insanlar birbirine “nasıl gidiyor hayat?” ve ya “hayatından memnun musun?” diye. Bazen öylesine sorulan bir cümle olsa da kendi içinde o kadar derin manâlar içeriyor ki esasında. Hayatın bütün özetini tek cümlede topluyor. Ve kimi zaman o kadar ihtiyaç duyar ki insan, kendisine böyle bir soru sorulmasına, […]

NASIL GİDİYOR?
Zeynep Zümra YARÇİN
Yayınlanma

15:03 - 19 Aralık 2022

Güncelleme

15:03 - 19 Aralık 2022

Okuma Süresi

6 dakika

Nasıl gidiyor? Hani “hâl hatır” adabınca sorar ya insanlar birbirine “nasıl gidiyor hayat?” ve ya “hayatından memnun musun?” diye. Bazen öylesine sorulan bir cümle olsa da kendi içinde o kadar derin manâlar içeriyor ki esasında. Hayatın bütün özetini tek cümlede topluyor. Ve kimi zaman o kadar ihtiyaç duyar ki insan, kendisine böyle bir soru sorulmasına, soruyu duyunca adeta içini okuyan birine rastlamışçasına içinde ne var ne yoksa döküverir muhattabına can havliyle. Derman olacağı düşüncesi ve ümidiyle… Yani aslında insanların yaşamındaki gidişat değil de yürek ve mental yorgunlukları birikince daha çok ihtiyaç duyuyor bu soruya ve daha çok anlam kazanıyor bu sual insanların nezdinde. Zira öylesine sorulunca sadece bir sual oluyor, önemseyerek sorulunca “hasbihâl” oluyor.

Nasıl mı gidiyor? Mesela: kiminin hayatı masallar ülkesindeki Padişahların saraylarında mutluluk düşlerinde gibiyken kimi ise kızılcık şerbetine katık yapıyordur umutlarını. Kiminin canı burnundayken kimisi zevki sefa alemindedir. Kimi ipeklere bürünüyorken, kimisi yarım yamalı, baldırı çıplaktır. Kimi pamuklara sarınıyorken kimisi diken üstündedir. Kimi sürünürken omurgasına rağmen, ayakları üzerindeyken, kimisi kanatsız uçmaktadır. Kimi yaşantısından “eyvah” ederken kimisi haram teknesinden “oh ne âlâ” gafletindedir. Kimi gördüğü zulümden “ah” etmekteyken kimisi aldığı ahlara rağmen Nemrut’un yolundadır.

Nasılsa gidiyor diye “hakla” yola çıkanlar değil kurnaz olanlar gemilerini karada bile yürütüyor. Düstûru olanlara değil destur bilmeyenlere kapılar açılıyor. Dürüstlük asası olanın değil yalan kırbacı ile yürüyenin yoluna allar güller döşeniyor. İlim makamında bilgi değil cehalet hüküm sürüyor. Tevazu hırkası giyinenlerin sözünü kibir kaftanı giyinenler kesiyor. İyi gitmiyor hem de hiç iyi gitmiyor çünkü herkes “biz” değil “ben” olmanın mücahidi, herkes hakkın değil “baatın’ın” Fatih’i, herkes elindekinin (sahip olduklarının) nankörü. Çünkü herkes hakkından fazlasına talip, herkes büyük avın avcısı, herkes kendi kusurunun âmâsı, herkes herkesin ayıbının tellalı. Hani nerde! Mevlana’nın bize “kusurları örtmekte gece gibi ol” nasihatı?

Nasıl gidiyor? Ah şu memnuniyetsizlik denen veba nasıl da yerleşmiş insanoğlunun “ussuna”, “ruhuna”, “vücuduna” ve nasıl işlenmiş içine nasıl etkisine almışsa insanı bu denli bu veba, bir türlü doymak bilmiyor Ademoğlunun hem karnı hem gözü hem de vicdanı. Bu açlıktan sebep değil midir ki insanın kanaatkârsızlığı, tatminsizliği, hoyratlığı, şikayetçiliği, doymazlığı, bencilliği, adaletsizliği, kendine ve yanı sıra çevresine zulmü, zalimliği..? Zamanın çok çok öncesinde demişlerdi atalarımız “Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz” diye. Bu kıymetli sözü de birçoğu gibi yine kulak ardı ettik ve bu yüzdendir ki insanlığı tükettik. Ve lakin “altın kafesteki bülbül misali” en iyi durumda olanımız bile çoğu zaman, çoğu yerde şikayetçidir halinden vaktinden. Zira tevekkül yok, şükür yok, zikir zaten “dervişin fikri” misali muamma…

Nasıl mı gidiyor? Hiç iyi gitmiyor çünkü devasa bir geçim sıkıntısı var yeryüzünde. Geçimsizlikten dem vuruyor herkes zira kimse geçinemiyor kimse (birbiri) ile. Hepi topu üç günlük bir dünyanın dönencesinde herkes kendi menfaati gereği bir yaşam içinde. Haklı olanlar değil güçlü görünenler kazanıyorlar. Ve yine o insanlar yeri geldiğinde haktan hukuktan, sözüm ona imandan ibadetten dem vuruyorlar. Bilmiyorlar ki o cehaletin cellatları kasıtlı gönül kırgınlığı (kırmak) da bir kul hakkıdır vebali büyüktür, affı da güç..! Dili yalan fışkıran, üstü başı kibir kokan, gözü haram bakan, zulmü güç sayanı ne abdest paklar ne de namaz aklar. Evet ne yazık ki bir gönül kırgınlığı eklenmişse bir insanın hayat terazisine bin sevap ve ibadet işlense o ömüre ne çare? Unuttuğumuz şu ki Allah ile aramızı iyi tutarsak hayatla ve insanlarla da aramız iyi olur. Ve yine unutmayalım her şey göründüğü gibi değildir her zaman zira iblis asla secde etmez aldatır.

Nasılsa gidiyor? diye üstünkörü soruyoruz “nasıl gidiyor?” diye. Oysa nasıl gitmesi gerekiyor kısmını hep atlıyoruz ya da önemsemiyoruz. Ve önemsenmeyen şeylerin bahanesi de çok olur. Mesela çok uzundur mesafeleri ve kısıtlıdır hep zamanları. Çok sıkıştığımız zamanlarda nezaketin boğazına dayıyoruz bir vefasızlık bıçağı kesiyoruz şah damarını yaşamın, her şey ayan beyan, ortalık kan revan. Kimin umrunda kimin içine düştüğü ziyan. Öylesine pervasız yaşıyoruz ki zalim bir zamanın pençesinde, vefasızlık hüküm sürüyor insanlığın başköşesinde. Biri de birine demiyor ki halin “nice?” Ya da yüreğinde yorgunluk birikmişse (en kederinden) gel ben dinlerim seni (en derinden), sen dinlenirken bir çayın deminde.

Nasıl mı gidiyor? Nasıl geliyorsa öyle gidiyor. Mesela “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı hakim her birimizde. Ve ne yazık ki başkasına yapılan haksız muameleyi ve zulmü ancak kendimizde görünce hazmedemiyor (muyuz?) uz! Oysa Efendimizin “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Sözünü de unutup Şeytanlaşmaya devam ediyoruz. Adaleti kendi menfaatimiz doğrultusunda işliyoruz ve onursuzlaşıyoruz! Tıpkı Hz. Ali’nin “Haksızlığa karşı eğilmeyiniz, zira eğilirseniz hem hakkınızı hem şerefinizi kaybedersiniz” dediği gibi. Allahtan uzaklaşmış bir kalbin insanlar ile arası uçurum ölçüsünde olur.

Nasıl gelmişse öyle gidiyor. Hani diyorum bunca şeyden mütevellit bu soruyu tam tersine çevirip hayata yöneltsek mesela “nasıl gidiyor bu insanlarla, memnun musun insanoğlundan?” diye. Kim bilir nasıl olurdu cevabı? Hani diyorum olsaydı da dili anlatsaydı o da meramını, ecrini, çilesini, insanlar ile olan derdini, kederini ve varsa bir nebze sevincini… Evet, hayatın ne düşündüğünü bilemeyiz tabi ama tahmin ederiz ki ona da sorulsa bu soru pek olumlu olmayacak, o da dem vuracaktı halinden, halimizden… Muhakkak ki memnun olmayacak, şikayetçi olacaktı bizden tıpkı bizim memnun olmadığımız gibi hayatımızdan, birbirimizden ve şahsi hallerimizden… Yani işte “nasıl mı gidiyor?” Nasıl geliyorsa öyle de gidiyor!