Aynı kıyafeti aynı ortamda aynı anda giyme talihsizliğine uğrayan
-daha amiyane bir tabirle pişti olan-
sonra da bundan ‘utanabilen’ insanlar görüyorum kimi zaman.
Bu “utanca” katlanmamak için kıyafet değişikliği yapma ihtiyacı dahi hissedebiliyorlar.
Hangi kıyafetin kimin üzerinde daha iyi durduğunu saatlerce konuşabiliyorlar, üstelik piştizedelerden biri -kıyafetin üzerinde kötü durduğuna tüm yüreğiyle inandırılan mağdur piştizededen bahsediyorum- ortamı terk dâhi edebiliyor, bu utanca daha fazla maruz kalmamak için..
‘Haklı’ da..
Mesela bir partide, bir sokakta bir iş yerinde yahut bir şehirdeki tüm insanların aynı renkte ve desende elbise giyinmesi-elbisenin üzerlerinde nasıl durduğuna bakmaksızın soruyorum bunu-
olacak iş mi?
Bu elbette büyük bir görüntü ‘aynılığıdır’.
Kim böyle bir aynılığa mahal vermek ister ki?
Herkes ‘mecburen’ ötekinden ne kadar farklı olduğunu kılığı kıyafeti ile ispatlamak zorunda.
Başka türlü ötekinden farkı nasıl çıkar ortaya? Çünkü farklılığı belirleyen değişken parası olan herkesin alıp giyebileceği bir kıyafet! Bu sebeple sıklıkla gardrobu yenileme ihtiyacı oluşuyor biz de,
fikirlerimizin eski olmasına aldırış etmeksizin.
Aynı iş yerini, şehri filan geçtim aynı ülkede yaşayan insanların herhangi bir konudaki görüşleri nerdeyse aynı olabiliyor. Dolayısıyla düşüncede pişti olabiliyorlar. Gerçi düşünce nasılsa görünebilir değil o nedenle düşünce piştisi olmak utanç verici değil!
Zaten görüşlerimizin aynı olması da son derece olağan.
‘Görünmez’de aynılığa düşmemiz de.
Görünmez bir farklılığımız yok çünkü!
Aslında birbirinden farklı kültürden ve aile yapısından gelen iki insanın dahi bir konuda hemfikir olması bana imkansız geliyor, hatta akla ziyan buluyorum bunu. Başlangıç koşulları bu denli farklı olanlar nasıl aynı görüşe sahip olabilirler ki? Muhtemelen ekranlarda
moda, gelin kaynana, magazin veya magazin haberlerini yorumlayan* ‘önemli’programlardan fırsat buldukça
görüş beyan edenlerin görüşlerini kes, kopyala, zihne yapıştır yöntemiyle düşünebiliyor, böylece hemfikir olabiliyoruz. ‘Rölatif’ ve ‘Özgün’ olmayan,
nur topu gibi ipotekli ve
‘Kazandırılmış bakış açıları’mız böylece oluşuyor..
—(*magazin haberlerini yorumlayan programlarla ilgili dipnot düşmek istiyorum zira son derece önemli programlardır , mazallah ya önemli ve ünlü bir düşünürümüzün hepimizi yakından ilgilendiren ‘özel’ hayatı ile ilgili bir haberi yanlış yorumlarsak¿
Magazin haberleri gibi acınası haberleri dahi doğru yorumlama potansiyeline sahip olmadığımıza inanılıyor demek ki! Neyse ki paniğe ve endişeye gerek yok, magazin konusunda lisanslı uzmanlarımız hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeden bizleri aydınlatıyorlar, gerçekten hakları ödenmez !)_
Kılık kıyafet gibi önemli ancak farklı fikir geliştirmek gibi önemsiz bir konuyu yazmaya başladığımda aklıma İlk gelen örnek ülkemin değerlerinden, güzel insan Ulus Baker oldu. Ulus’un videolarını izlediğinizde onu üzerinde kahverengi, beyaz, yatay çizgili kazağı ile görürsünüz, bırakın başkaları ile pişti olmayı kendisiyle sürekli pişti oluyordu hoca. Gözlüğünün camlarından biri düşmüştü tek camlı bir gözlükle dahi idare edebiliyordu.
Kıyafet almayı o kadar önemsiz buluyordu ki bedenine bakmadığı için ona bol gelen kıyafetleri alır giyer, bundan en ufak bir rahatsızlık duymazdı.
Ulus hocanın durumu kabul edilir gibi değildi anlayacağınız, herkesin bu denli afilli görünmek için birbirleriyle yarıştıkları bir dünyada.
‘Önemsiz’ ve görünmez bir farklılığa sahip olunca insan, kılığına kıyafetine pek de dikkat edemiyor demek ki!
Ulus’un vefatının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmiş ‘rükuş’ giyinmesine, son trendleri takip etmemesine karşın hala anılıyor,
hala seviliyor-sevilecek-
hala önemli bir insan! Ülkemizde Deleuze, Spinoza, Leibniz ve daha pek çok filozofun ‘doğru’ anlaşılmasındaki katkısı yadsınamaz.
Demek ki elbisenin surete katkısı var ancak sirete yoktur bu bakımdan eğer ‘afilli’olmak istersek bunun için cilalamamız gereken dış görünüşümüz değil ..
Hazır Ulus Hocayı anmışken azıcık Blues dinleyin onun için..
Ben de onun anısına Kum Güzeli şiirinden bir alıntı bırakayım şuraya..
En elde edilmemiş
şiirdin sen.
Kuşluk vakti yazılanlardan.
Bıkkın bir rahibin
bir sabah,
yorgun bir vezirin
akşamın alacakaranlığında muhtemelen yazacağı.
Masadan ‘doymadan’
kalkmış gibi okunmalı…
Güzelsin…
Sen güzelsin.
Kuraldışı.
Bastıbacak.
Minicik…
Ama sen,
güzelsin.
Kapımın eşiği,
gözümün bakışı,
son ruhsal tatil,
duruşum,
bozuluşumsun!
Pazarlık etmem!
Markette yoksun
Reklamın yok!
Gerçekten…
Güzeldin…
Çöldeyiz ve başka bir yerde değiliz…
Ama güzelsin…
(Yazının tamamı ironi içerir)