AŞK VE CİNAYET

Sıklıkla “aşk cinayeti” hatta “toplu aşk cinayeti”haberlerine rastlarsınız, daha geçenlerde Tekirdağ’da adına ‘aşk cinayeti’ denen bir cinayet işlendi. Aşk sözcüğü gibi zarif bir sözcüğü al bir kıyımdan hemen önce kullan! Sanki bu kullanım ‘alanı’ cinayet gibi kriminal ve adli bir vakayı yüceltebilir, Ona başka bir hüviyet kazandırabilir yahut katili mazur gösterebilirmiş gibi! Utanılmasa maktüle katilin […]

AŞK VE CİNAYET
Beyaz ÇAĞLAYAN
Yayınlanma

17:35 - 26 Ekim 2024

Güncelleme

17:35 - 26 Ekim 2024

Okuma Süresi

5 dakika

Sıklıkla “aşk cinayeti” hatta
“toplu aşk cinayeti”haberlerine rastlarsınız, daha geçenlerde Tekirdağ’da adına ‘aşk cinayeti’ denen bir cinayet işlendi.
Aşk sözcüğü gibi zarif bir sözcüğü al bir kıyımdan hemen önce kullan! Sanki bu kullanım ‘alanı’ cinayet gibi kriminal ve adli bir vakayı yüceltebilir,
Ona başka bir hüviyet kazandırabilir yahut
katili mazur gösterebilirmiş gibi!
Utanılmasa maktüle katilin aşkına neden karşılık vermedin diye kızılacak!
Bir kıyım ve vahşetle aşk gibi coşkulu, sevinçli, yer yer hüzünlü ancak en insani duygu
bir arada kullanılamaz, kullanılmamalı! Bu iki sözcüğün bir arada kullanılması aşka hakarettir hatta zulümdür.
‘Aşk cinayeti’ diye bir isim tamlaması da olamaz!
Aşk ve cinayet sözcüklerinin arasında ne anlam olarak ne de neden sonuç ilişkisi bakımından en ufak bir illiyet bağı ‘asla’ yok!
Aşk çünkü yaşatır öldüremez!
Eğer aşk sevgiliyi yaşatamıyor ise öldürülmesi gereken adına aşk denen
-bana göre kıyım olan-
o korkunç duygudur, sevgili değil!
Şairlerin yerlere göklere sığdıramadığı sevgiliyi severken ona zarar vermek bir “sevenin” aklından dâhi geçiyorsa lütfen sevmesin, aşık olduğunda cinai eğilimler oluşuyorsa aşık olmasın, ‘aşkı’ birinin hayatı gibi en doğal hakkını elinden alabiliyor,
nefreti yaşatıyor ise nefret etsin daha iyi! Çünkü bu durumda nefret bu vahşetten pardon ‘aşktan’ çok daha üstündür!
Aşk diye yüceltilen bu duygu tedavi edilmesi gereken ruhsal bir hastalıktır!
Birini yürekten sevdiğinizde onun herhangi bir şeye üzülmesine dâhi dayanamazsınız, kıyamazsınız ya,
acısını taa yüreğinizde duyumsarsınız, sadece mutlu olsun istersiniz,
bırakın kendi elinizle onu öldürmeyi onun temiz kanını elinize bulaştırmayı!

Elbette yıllarca bizlere kodlanmış yanlış aşk algısının bilincimiz üzerinde süregelen tesirini yadsımıyorum.
Bu anlamda en bilinen hali şarkı sözüdür:
“Ya benimsin ya kara toprağın!”
Sevgiliye sunulan şu geniş seçenek yelpazesine bakar mısınız?
“Benim olmayacaksan öl”
şeklindeki bu eril bozukluk hem korkunç hem de ahmakça!
Her şeyden önce bir insanın bir başka insana ait olması imkansızdır, zira insan kendine dâhi ait bir varlık değildir, bırakın başkasına aidiyeti!
‘Aidiyet duygusunu’
mümkün kılan tek şey ‘karşılıklı’ aşktır.
Eğer aşkınız karşılıksız ise orada aidiyet yoktur, bu kadar basit, net ve tartışmaya açık dâhi değildir!
Tam da bu noktada kadına ‘bakış açısı’nın sorunlu olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım,
çünkü ailesi ve çevresi tarafından yüceltilmiş eril bir ‘zorba’
her şeye ve herkese kendi malı mülkü gibi bakar!
Bu eril zorba kadın eğer benim malım ise der:
o halde her türlü tasarruf hakkına da sahibim, dolayısıyla öldüre de bilirim’!
Sevdiysem bir kadını -‘ben sevdim ben!-
benim olacak,
Benim olmuyorsa da ölecek!
Bu nedenle
-aklıma gelmişken-
mesela özel mülkiyet hakkı gibi bir hakkın olmaması gerektiğini söyleyenlere cevap olarak:
“Ne yani kadınlarımızı da mı paylaşacağız?”
Der.
Kadın çünkü böyle zorba bir zihinde mülk gibi alınabilen bir ‘objedir’ o kadar!
Kadının bir birey ve şahsiyet olduğunu göremez.
Dediğim gibi kadın bu eril odaklı zihniyet için ne yazık ki bir ‘mal mülktür’,
en acısı da kimi kadınların bundan
-her anlamda bir obje olarak görülmekten-
rahatsız olmaması.
Çünkü bu korkunç algı kadınlara da sirayet etmiş durumda,
bu bakımdan kadında bir fert olduğunun kimi zaman
bilincinde değil ve
kendinin bir adam üzerinden tanımlanmasından, tanıtılmasından ya da konumlandırılmasından rahatsızlık duymuyor ( Bir erkeğin karısı, kızı, sevgilisi, kardeşi olarak tanıtılıyor kadın, yani kadın erkek üzerinden ancak tanınıyor,
Kadın benim bir adım var dahi demiyor, bu durumda kadın erkeklere ait sıfatlarla kendisi dışında herkes olabiliyor ancak kendisi olamıyor!) çünkü kimi kadında da bir adı olduğuna dair inanç yok!

Aslında meseleyi yalnızca erillik ya da dişillik meselesine indirgemek istemiyorum,
Zira esas mesele sevmeyi bilmiyor oluşumuz!
Çünkü kendi duygularımızdan karşı tarafı sorumlu tutabiliyoruz
ya da kalp atış hızımıza karşılık beklebiliyoruz ya da
sevgiliyi kendimize mal ederek seviyoruz!
Bu şekilde bir sevgi ‘avamcadır’
Avamca olunca, sevgi gibi sevinçli bir duygu dâhi bir şantaj aracına dönüşebiliyor Ulus hocanın dediği gibi.

Eğer Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN gibi sevmiyor iseniz sevdim de demeyin
çünkü bir şiirinde:
“Dilerim bir başkası tarafından da böyle
“sevilin.”
Der.
Şu temenninin zerafetine bakın!
Bir sevgiliye kızınca ağza alınmayacak laflar, hakaretler,
küfürler edebilenler hatta öldürebilenler bir de böyle bir zerafeti görsünler!
Tâbi Aleksander
‘aşk piramidinin’*
en zirvesinde idi,
bir şair yüreğinin sevebileceği üst
ve yüce bir sevgi ile sevmeyi biliyordu,
Rilke’nın Duino Ağıtlar’ında
“sevgiliyi aşarak sevmek” dediği üst bir haldi bu, herkesin ne yazık ki deneyimleyemediği..

(Son kitabımda
*”aşk piramadine”
değindiğim
için es geçiyorum bu konuyu “şimdilik”..)

Not:
öldüresiye sevmeyin! Yaşatasıya sevin!