Toplu taşıma araçları, sadece bir ulaşım aracı değil, toplumsal hayatın küçük ama etkili bir yansımasıdır. Otobüslerde, dolmuşlarda ya da metroda yaşananlar, toplum olarak nasıl bir iletişim kurduğumuzu, ne kadar empatik ya da ne kadar duyarsız olduğumuzu gözler önüne serer. Sıradan gibi görünen bu anlar, aslında büyük bir sorunun ipuçlarını taşır.
Toplumsal duyarsızlık ve haklılık algısının yarattığı çatışma.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığım iki olay bu gerçeği bana çarpıcı bir şekilde hatırlattı. Dolmuşta iki lise öğrencisiyle yaşadığım kısa bir sessizlik ve otobüslerde şoförün uyarılarına rağmen arkaya ilerlemeyen yolcular, toplumun ortak yaşam kültüründen nasıl uzaklaştığını gösterdi.
Dolmuşta Sessizlik
Dolmuşta dengesiz bir frenle birden iki lise öğrencisinin üzerine doğru düşecek gibi oldum. Nezaketle, “Kızlar, üzerinize düşecektim az kalsın” dedim. Ama karşılık olarak ne bir söz ne bir tepki… Sadece boş bakışlarla yüzüme baktılar. En basitinden bir gülümseme ya da “Sorun değil” bile yoktu. O an o bakışlar, sadece bir sessizlikten ibaret değildi; aynı zamanda bir ilgisizliğin, iletişim kopukluğunun, hatta belki de kaybolan empati duygusunun göstergesiydi.
Otobüste Yerinden Kımıldamayan Kalabalık
Aynı duyarsızlık otobüslerde de karşımıza çıkar. Şoför, “Arkaya ilerleyelim lütfen” diye defalarca seslenir. Ancak insanlar, bir kaya gibi hareketsiz kalır. Ön kapıda yığılma olur, yolcular birbirine sıkışır ama kimse kıpırdamaz. Arkada yer olsa da ilerlemek, o kalabalığın içinde kimseye düşmez. Çünkü herkes kendini haklı görür. “Ben durduğum yerde iyiyim” diyerek başkalarının sıkışıklığını umursamaz.
Burada, basit bir hareketin bir iki adım atmanın ne kadar önemli olduğunu unuturuz. O an o otobüste herkes yalnızca kendi konforuna odaklanır. Oysa bir adım atmak, sadece fiziksel bir yer açmak değildir; başkalarının varlığını kabul etmek, toplumsal sorumluluk göstermektir. Ama bu bilinçten gittikçe uzaklaşıyoruz.
Haklılık Algısı: Bencil Konfor ve Sessiz Direniş
Her iki durumda da benzer bir haklılık algısı hâkim. Dolmuşta sessiz kalan gençler ya da otobüste ilerlemeyen kalabalık, yalnızca kendi küçük dünyalarını korumaya odaklanıyor. “Ben burada rahatım” ya da “Benim suçum değil” gibi iç sesler, kişiyi hareket etmekten alıkoyuyor. Bu bencil haklılık, toplumsal yaşamı sekteye uğratıyor.
Haklılık, sadece bireysel bir konfor alanına sığınmak değil, aynı zamanda başkalarının haklarını gözetmeyi de içerir. Ancak günümüzde bu değerler giderek kayboluyor. Toplumun ortak kurallarını, empati duygusunu ve birlikte yaşam kültürünü geri plana iten bu tutum, her bireyi giderek daha duyarsız ve ilgisiz bir noktaya taşıyor.
Toplumsal Dönüşüm: Küçük Adımlarla Yeniden Başlamak
Toplu taşıma araçları, ortak bir hayatın parçası olduğumuzu hatırlatan en basit ortamlardan biridir. Orada atılan küçük bir adım, söylenen bir söz ya da bir gülümseme, toplumsal duyarlılığın yeniden inşası için bir başlangıç olabilir. Şoförün uyarısını dinleyip birkaç adım arkaya gitmek, dolmuşta karşılık vermek veya en basitinden bir tebessümle iletişim kurmak, birey olarak sorumluluk bilincimizi gösterir.
Çözüm aslında çok basit: Kendimizden başlamak.
Birkaç kelimeyle bir yabancıyı rahatlatmak, birkaç adımla başkalarına yer açmak… Bu hareketler küçük görünebilir ama aslında toplumsal dayanışmayı ve empatiyi yeniden inşa eder.
Unutmayalım, toplum dediğimiz şey, bu küçük eylemlerin toplamıdır. Dolmuşta sessiz kalmak ya da otobüste ilerlememekte direnmek, aslında aynı duyarsızlık zincirinin parçalarıdır. Bu zinciri kırmak, bizim elimizde.
O dolmuşta lise öğrencileri bana “Sorun değil” deseydi, otobüste yolcular bir iki adım ilerleseydi… Bu küçücük anlar, belki de kaybettiğimiz o toplumsal bağı yeniden hatırlatırdı. Çünkü insanlık, küçük adımlar ve küçük sözlerle büyür.