Muş Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazeteciler Cemiyeti ile ortaklaşa düzenlediği bir yerel medya semineri için uzun yıllar sonra doğduğum, gençliğimin ilk yıllarını ve meslek hayatımın birkaç yılını geçirdiğim memleketim Muş’taydım.
İki gün süren ve dolu dolu geçen seminerin Muşlu meslektaşlarımıza yararlı olduğu kanaatindeyim.
Dört gün süren ziyaretim ile ilgili gözlemlerimi paylaşmak istediğim bu yazıda Muş’un güzelliklerini, gelişmişliğini, deyim yerindeyse nasıl çağ atlamışlığını aktarmayı çok arzulardım.
Lakin ne yazık ki Muş’a dair bu yönde cümleler kurmaya vicdanım el vermiyor.
O nedenle derin bir üzüntüyle de olsa paylaşmayı bir mesleki ve vicdani sorumluluk olarak gördüğüm bu izlenimlerimin hiçbir bireyi ya da kurumu hedef almadığını söylemek istiyorum.
Muş’a geldiğimde ilk şaşkınlığımı sokak ve caddeler ile cafe ve lokantalardaki kalabalık nedeniyle yaşadım.
Pandemi sürecinde olmasına karşın sosyal mesafeye dikkat edilmiyor oluşu ve insanların yüzde 90’ından fazlasının maske takmaması endişe vericiydi.
Kent merkezinin üstünden eksik olmayan toz bulutu sayısız solunum yolu hastalıklarına davetiye çıkarır nitelikteydi.
Kent merkezine bağlı mahallelerde bile halen hayvan besiciliğinin yapıldığına tanık oldum.
Buralardan yayılan ağır koku söz konusu mahalle sakinlerini hem rahatsız etmesi hem de sağlıklarını tehlikeye atmasının yanı sıra ufak bir rüzgarla şehrin üzerini sarıyordu.
Bu hayvan ağıllarının kent merkezinin dışına çıkarılmamış olması büyük bir sorun gibi.
Merkezdeki ana yollar asfaltlanmış olmasına karşın ara yollar ve sokakların büyük çoğunluğu hala çakıl ya da toprak.
Belediye meydanından Muş kalesine doğru çıkarken belediye binasından daha 300 metre uzaklaşmadan şehir merkezinden 40-50 kilometre uzaklıktaki stabilize bir köy yoluna girmiş gibi hissediyorsunuz.
Bunlar belediye hizmetlerindeki eksiklikler konusunda ilk göze çarpanlar.
Hakkını teslim etmek lazım belediyenin yaptığı güzel hizmetler de yok değil.
Özellikle birçok mahallede yapılan geniş ve yeşil park alanları, dar bir betonarme alanda sıkışan Muşlular için rahat bir nefes alma imkânı sağlıyor.
Yine çok sayıda mahallede gençlik ve kadın merkezlerinin açılmış olması da kente önemli katkılar. Ancak son 18-20 yılda ülke genelindeki büyük kalkınma göz önüne alındığında Muş’taki bu hizmetlerin olması gerekenler konusunda devede kulak kaldığını belirtmek gerek.
Öte yandan kentte trafiğe kapalı, insanların alışveriş yapıp rahat rahat dolaşabilecekleri bir bulvarın olmaması da ciddi bir eksiklik.
Muş ile ilgili içimi en acıtan konu ise kentteki toplumsal gelişmenin ileri gitmesi bir yana 20 yıl belki daha fazla geriye gittiğini hissetmek oldu.
Muş’ta dolaşırken kendinizi dünyanın hızla gelişen ve gelişmekte olan ülkelerinden biri olan Türkiye’nin bir ilinden çok Ortadoğu’da içe kapanık, dünya ile hiçbir bağı olmayan, geleceği belirsiz karanlık bir dehlizde hissediyorsunuz.
Muş’un az sayıdaki aydınının, ileri gelenlerinin ve yöneticilerinin bu şehrin neden, niçin ve nasıl bu hale geldiğini sorgulaması ve bu karanlık dehlizden nasıl çıkılacağının yolunu bulması şart.
Aksi halde güzel Türkiye’nin bu güzel kenti kendini boğacak diye endişe duyuyorum.
Ne yazık ki çok umutlu olmasam da güzel memleketimin bu karanlık dehlizden bir an önce kurtularak hızlı bir gelişme ve kalkınma sürecine girmesini diliyorum.