“Nasıl bilirdiniz?” sorusunun sorulduğu zamanlarda, sorunun muhatabının kazandığı meziyetler değil kaybetmediği değerler nicel bir hesaplama ile ortaya dökülür. “Değerli insanı” , “mühim insan’a” feda ettik. Öyle ki; bazı gerekli uzaklıklar birçok gereksiz yakınlığa gark edildi. “Nasıl oldu?” sorusunun tatsız etkisi “Nasıl olmalıydı? sorusunun anlamlı tesirine kurban edildi. “Hayatı güzel yaşamak” gayesi, “Güzel yaşantının varlığını insanlara resmetme” budalalığıyla katledildi.
Kimlik ve benlik çatışmasının benzeşmezliği üzerine yapılan her tartışma psikolojinin konusunu teşkil etmeyebilir. Sosyolojik gerçeklik parantezine alınmayan her “doğrunun” eksik kalacağı sarih bir gerçekliktir.
Olaylara gerçek olmayan yani sanal olarak tanımlanan bir dünyadan bakalım. Sosyal medya ekranından veya bir düğün salonu penceresinden. Sosyal medya, düğün salonları “benlik” barışının ve “kimlik” çatışmasının en şiddetlendiği benzer mecralardır.
Düğün salonları, gelin ve damadın akrabalarının önceden gelen lakin o gün pekişen hısımlık ilişkilerine şahittir. Düğün merasiminde mutluluk göstergesi halaydır. Başroller ve bu seyirden keyif alan konuklar bir şuurla bu kültürel faaliyette yer alırlar. Sosyal medyada ise insanlar tarafından mutlu “hikayeler atılır.” Hikaye dendiğine bakmayın. Kelimelerle hikayeleştirilmez bu öykü. Hikaye fotoğraflarla anlatılıyor.
Düğünde altın takılır varlığımızın nişanesi ve çiftimizi onurlandırmak gayesiyle armağan edilir. Sosyal medyada her paylaşım “beğenilerle” taçlandırılır. Düğünlerimizde hassasiyetimiz ince noktalara temas eder. “Mutluluk temennileri”, “Seni ne zaman evlendiriyoruz” iyi niyet göstergeleri arasında. Damat ve gelin için tertip edilen ve mutluluk yumağına dönüşen bu organizasyonun bitmesini dört gözle bekleyenler yine başrol oyuncularımızdır. En mutlu günlerinde insanların mutlu olmasını isteyen ve bunu izlemek zorunda olan kaygılı çiftimizden bahsediyorum. Solgun fotoğraflara dönüşecek bir evlilik oyununun parlak gerçekliğinde gözleri kamaşacak ve ömürlerinin ilerleyen aşamalarında görme kaybı yaşayacak olan çiftimizden bahsediyorum.
Sosyal medya hassasiyetimiz de buna benzer. Herkes sorumluluk bilinciyle hareket eder. Toplumsal olaylarda, kadın cinayetlerinde, katliam haberlerinde “UNUTMAYACAĞIZ” vurguları yüksek sesle dillendirilir. Her kötülüğün sebebi biraz da kendisi olduğu gerçeğini göz ardı ederek gösteririz bu insanlığı(!) ..
Suriyeli bir çocuğun kıyıya vuran cansız bedeninden dolayı vicdanı sızlar ancak diğer taraftan “Ülkemizi işgal etti bunlar, gitsinler ülkelerine savaşsınlar kardeşim” gerçekliğine inandığının karmaşasına kapılarak..
Bir acının tarafları acılarını göz yaşına dönüştürürken medyamızın sosyal fenomenleri yani biz acının taraftarları ise başkasının dramını bir öfkeye yada kof bir hüzünlü hassasiyete dönüştürüyoruz. Antik Roma’da gladyatör savaşlarında kimin ölüp kimin yaşayacağına karar veren barbar seyirciler gibiyiz.
Sosyal medyada çatışmalar en çok kimlikler üzerinden yürütülür. Mesleki, etnik, cinsiyete dayalı, vatansever/ vatanperver, aile gibi çoğaltılmaya müsait ve ne eklerseniz ekleyin eksik kalacak kimlikler üzerinden…
Düğünlerde de aynı kimlikler çatışır ve hatta yarışır. Zira evliliklerde dillere pelesenk olmuş anlam yükü düşük olan bir cümle bilgiçliği var. “ Bu devirde aileler evleniyor.” Bu cümlenin perde arkasında şu olgu var; Gelinin halası ile damadın teyzesinin birbirlerini sevme mecburiyeti o evliliğin olmazsa olmaz zorunluluğuna işaret eder.
Düğün salonlarında herkes gerek makyajı, gerek kıyafeti, gerek de söylencesi ile biraz doğallıktan ve gerçeklikten uzaktır. Sosyal medya kullanıcıları da bilirler ki; herkes biraz sahtekâr, mutluluklar ise biraz göstermeliktir. Tam adresine gönderilmek istenen mesajlar ise hep güçlü olma çabası içerisinde; cesur bir eda ile karinesi masumiyete gebe bir anne kadar masumdur.
Hal-i pürmelalimiz böyledir işte. Gerçekliklerimiz biraz sanal. Sanal vaziyet fazlasıyla gerçekliğe yakın…
Kimliklerimiz benlikleri var ediyor. Keşke “bilincimiz” kimliklerimizi yok etmeye yetse…