Çoğu zaman başarının mutluluğu getirdiği söylenir. İnsanın önce başarıya, yüksek statüye ve paraya ulaşması öğütlenir, mutluluğun ise bunca emek ve çabadan sonra kendiliğinden geldiğine inanılır. Daha doğrusu inanılmak istenir.
Bunca emek, çaba ve fedakarlığın ardından mutluluğu hayatın bir borcu zanneder. Mutluluğun bir gün o zincirli hayatlarımızın kapısını açacağını ümit eder ve öleceği günü beklermiş gibi bekler onu. Ama hayatın o azılı pençesinin ne zaman kapanacağını bilmez. Andan haz almadan anı sadece bir anıdan ibaret olarak yaşayıp o anıyı da bir daha hatırlamamak üzere unutup gider.
En güzel günlerini sırf para ve statü için başkalarının dayattırdığı şeyleri yapmakla geçirir. Çabalar, didinir, uğraşır ama sadece hayatta kalmayı başarır.
Ne kadar sosyal olursa olsun soyuttur onun dünyası. Hayal gücü sanrılarla doludur artık. Sarmaşıkların içinde bir diken gibidir fikirleri. Ama hayat suyunu emmeye başlayınca sadece kuru bir ottan ibaret olur bütün düşündükleri. En yüksekteyken en aşağıya çakılmak ister. Artık ne parası satın alabilir istediklerini ne de statüsü ona bir ayrıcalık sağlar. Mutluluk artık aradığı yerde değildir. Hayallerinin cazibesi tüm ışıklı kıyafetlerini yitirmiştir. Umudu artık bir soda şişesine sığacak kadardır. İşte hayatının son belirsizliği ve çaresizliği de budur. Ya o şişeyi denize fırlatacaktır, ya bir gün daha yaşayacaktır, ya da bir gün daha öldüğünü kabul edip başladığı yere geri dönecektir.
Hayatın saati artık tersten işler onun için, mutluluk en güzel günlerinde yitirdiği bir duygudur sadece. Beklediği şeyi bulamamış, bir daha da bulamayacağına inanarak geri kalan günlerini de artık sevdikleriyle geçirmek ister ama ne geçireceği gün kalmıştır, ne de gerçekten sevdiği biri. Gençlik günlerini aklına getirerek bir parça aramaya başlar geçmişten. Bir köprü kurmak ister geçmiş ile gelecek arasında, mutluluğa da o köprünün üstünde karşılamak ister. Ama bu sefer de geçmiş ile gelecek arasında kalır. Bir türlü inşa edemez o köprüyü. En sonunda da o yarım kalmış köprü de yıkılır üstüne. Artık bir tabutun içine sığar mı bilinmez ama koskoca dünyaya sığdıramadığını anlar küçük mutluluklarını.
Bir trenin hep aynı penceresinden yolu izlemek gibidir öylelerinin hayatı. Trenin tek yolcusu olduğunu zanneder. Ama son durak geldiğinde anlar her şeyi. Ne bir kere trenin içini gezmiştir ne de artık geldiği yeri biliyordu. Hep dışarıya bakmıştır, içini hiç görmemiştir. Mutluluğu için yaptığı ya da yaptığını zannettiği birçok çaba ve fedakarlığın sonucunun sadece bir bilinmezlik olduğu anlaşılır an sonunda. Artık başka bir trenin farklı bir yolcusudur o. Bilinmezlik içine giden, bilinmeyen bir yolcu. Mutluluğu hep başkalarında arayan ama kendisine saklı olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecek bir yolcu.