UNUTULMANIN KIYISINDA BİR HAYAT

Abone Ol

Bir gün gelecek, adın bir defterin sayfasında bile kalmayacak. Unutulacaksın; hatta unutulacağın bile unutulacak. İnsan, kendi ölümünden çok daha büyük bir yoklukla yüzleşir burada: hafızalardan düşüşün sessiz, çınlamayan, iz bırakmayan o ağır yokuşu. Zira unutulmak öyle bir şeydir ki, seni mezara gömmez; önce kelimelerden, sonra hatıralardan, en sonunda da kâinatın cümlelerinden söker atar. Kayıp bir virgül kadar bile izi kalmaz insanın. Ve ironik olan şudur ki, bu trajedi kimsenin umurunda bile değildir.

İnsan, çoğu zaman varlığını alkışlarla, taltiflerle ve yalansı sözlerle ölçer; oysa alkışın sesini tutan eller de bir gün toprağa döner. Sen bugün kendini dev aynasında görürsün; aynayı tutan çerçeve çoktan çatlamış, haberin yoktur. Ne yazık ki insanın en trajikomik yanlarından biri, unutulmaz olduğunu sanma deliliğidir. Oysa her sokak köşesi, her mezarlık taşı, her boş sandalye sana fısıldar: “Yerine başkası zaten çoktan düşünüldü.” Unutulmak, hayatın kimseye şaka yapmadığı en ciddi gerçektir; fakat en ironik olanı da herkesin bu gerçeği hafife almasıdır.

Unutulmanın büyülü bir mahareti vardır: gürültüyle gelmez, sessizlikle yürür. İnsan, bir gün bakar ki eskiden adını görünce heyecanlananların yüzünde artık tanımama kırışıklıkları belirir. Bir başka gün, bir zamanlar birlikte yürüdüğün sokaklar seni tanımaz hâle gelir. Mahalle bakkalı beden dilini değiştirir, eski dostlar cümlelerini kısaltır, hatıralar kendi küflenmiş kapılarını kapatır. Hatta yarandığın makamlar unvanlarda seni unutacak. Unutulmak, bir kapının kapanması değil, binlercesinin yavaşça sessizce kapanmasıdır.

Lakin gariban insanın içinde hep kendini avutan bir ses vardır: “Ben unutulmam.” O iç ses, dünyanın en büyük yalancısıdır. Çünkü seni hatırlamasını istediğin insanların çoğu, kendi hayatlarının ağırlığını taşırken seninle ilgili bir gram bile fazlalık istemez. Sen sandın ki tüm sahne, ışıklar, mikrafon ve sahte online sayfalar sana ait. Ne büyük yanılgı! Sahne, dekoru çabuk sökülen ucuz bir tiyatro gibidir; ışıklar söner sönmez, yerini bir başkası alır. Unutulmak burada başlar: perde kapanır ve kimse hangi aktörün ne oynadığını hatırlamaz. Artık sıradan küçük bir insansın

Hayat, bir çeşit hafıza kumbarasıdır; fakat bu kumbara deliklidir. Ne kadar anı biriktirirsen biriktir, altından bir yerden mutlaka eksilirsin. Daha da acısı, insanlar seni unutmaz; sen, insanların seni hatırlama ihtimalini bile abartmışsındır. Bu, unutulmanın en acımasız ironisidir. İnsan, unutulduğunu anladığı andan itibaren unutulmayı hak ettiğini düşünmeye başlar. Oysa mesele hak etmek değildir; mesele dünyanın hafızasının faturalı bir hizmet olmayışıdır. Hafıza, sözleşmeleri en çabuk fesheden merhametsiz bir kurumdur.

Unutulmak bir bakıma kurtuluştur; ama bunu insan en son fark eder. Çünkü hafızalardan düşmek, beklenti yükünden de düşmektir. Kimse seni hatırlamazsa, kimse senden bir şey beklemez. Bu, trajedinin içindeki en güzel hicivdir: Bir zamanlar varlığınla meşgul olanlar, yokluğunda daha huzurlu olabilir. Bu durum seni öfkelendirmesin; çoğu insanın hafıza kartı zaten doludur. Senin silinmen, onların cihazını biraz hızlandırır. İşte modern zamanın en keskin ironisi bu dijital benzetmelerle bile açıklanabilir hâle geldi.

Sonunda insan şunu kavrar: unutulmak bir kayboluş değil, bir dönüşümdür. Bir gürültünün sönüp bir sessizliğe dönüşmesi gibi; bir varlığın çığlığının, bir yokluğun fısıltısı hâline gelmesi gibi. Bu dünyada hatırlanmak, bir lüks; unutulmak, sıradan bir yazgıdır. Ama yine de unutulmak, insanı özgürleştirir. Çünkü hatırlanma çabasıyla ömür tüketmekten iyidir; gölgeni bile takip etmeyen bir zamana cesaretle adım atmaktır. Belki de unutulmanın en hakiki şiiri eğer nasip olursa bir kabir taşına yazılır. Onun için boşuna kendini kandırma başkasının ardında ve gölgesinde; şık elbiselerinle, unvan ve sahte dilinle var olmaya çalışman zaten unutulduğunu yadsımaz.