HABER49- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Genel Sekreteri Sibel Güneş, 2010 yılından bu yana 12 bin gazetecinin işsiz kaldığını, 1000’den fazla gazetecinin tutuklandığını ve yüzlerce yayın organının kapatıldığını açıkladı.
Güneş, 12 gazetecinin cezaevinde olduğuna dikkat çekerek, "Basın emekçilerinin işsizliği diğer alanlardaki işsizlik gibi görülmemeli. Gazetecilerin işsiz kalmasıyla ülkenin hafızası siliniyor" dedi.
Gazetecilerin kendi haklarını arayamayacak duruma geldiğini belirten Güneş, meslektaşlarını dayanışmaya çağırdı.
Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Güneş'in açıklamaları şöyle:
- TELE 1’e kayyum atandı. Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ “casusluk” suçlamasıyla tutuklandı. Bu son olay size neyi gösteriyor?
"Bir ülke düşünün ki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) aracılığıyla ülkenin en önemli ulusal kanallarından birine el konuluyor. Flash Haber TV, Ekotürk TV, Habertürk, Show TV, HT Spor, Bloomberg HT’den sonra Tele1 televizyon kanalına Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından el konulup kayyum atandı. Bu kanalla birlikte TMSF’nin şu an elinde bulunan kanal sayısı yediye çıkmış durumda. TMSF, Türkiye’nin en büyük medya kuruluşu oldu. Müdahaleler, yurttaşın haber almadaki çeşitlilik hakkını ortadan kaldırıyor. Amaç, eleştirel yayın yapan medya kuruluşlarını susturmak. Bu durum; anayasaya aykırı, basın özgürlüğünü tehdit ediyor. Aynı zamanda masumiyet karinesi de ortadan kaldırılıyor. TGC üyemiz Merdan Yanardağ hala gözaltında, bir mahkeme kararı yok. Yanardağ’ın gözaltına alınması, bu baskı sürecinin bir parçası. Acı olan bir yanı da şu: El konulan medya kanallarının içi tamamen boşaltılıyor, bağımsız yayın çizgisi değiştiriliyor."
- Bu yayın organlarındaki meslektaşlarımıza ne oluyor?
"Yine kayyum atanmış kuruluşlardan Flash Haber TV’deki örnekte olduğu gibi yüzlerce gazeteci işsiz bırakılıyor. TELE 1’de hafta sonu ekibi dışındaki meslektaşlarımıza pazartesine kadar 'Gelmeyin' dendi. Her kayyum atanmasının ardından gazeteciler işsiz kalıyor. Kalanlar da yapmak istemediği bir haberciliğe zorlanıyor. Bir yandan da TELE 1’in Youtube’daki yayın arşivi siliniyor. Bu nasıl bir acımasızlık?"
"KAYYUM, HALKIN HABER ALMA HAKKINA ATANIYOR"
- Gazetecilerin, işsiz kalma, tutuklanma durumuna ilişkin rakamlar nedir?
"2010 yılından bugüne 12 bin gazeteci işsiz kaldı. 1000’i aşkın gazeteci tutuklandı. Yüzlerce yayın organı kapatıldı. Hâlâ 12 gazeteci cezaevinde. Basın emekçilerinin işsizliği diğer alanlardaki işsizlik gibi görülmemeli. Gazetecilerin işsiz kalmasıyla ülkenin hafızası siliniyor. Beş yıl ile 60 yıl arasında kıdemi olan, basın ve ifade özgürlüğü için, halkın haber alma hakkı için mücadele eden gazeteciler işsiz bırakılıyor. Bu gazetecilerin, işsiz kalması, ülkenin hafızasının da silinmesi anlamına geliyor. Bunu sıradan, şirketlere kayyum atanıyor gibi düşünmemiz söz konusu değil. Aslında kayyum şirketlere ya da gazetecilere değil, halkın haber alma hakkına atanıyor."
"SİSTEMLİ SALDIRI VAR"
- Gazeteciler yalnızca haberi yayımlarken değil, bilgiye ulaşmaya çalıştıkları aşamada dahi suç riskiyle karşı karşıya mı?
"Elbette... Bir; haber kaynağınızla görüşmeniz, iki; haber kaynağınızdan aldığınız bilgiyi ya da belgeyi evinizde saklamanız, üç; ifadeye gittiğinizde bilgileri kimden aldığınızı söylememeniz tutuklanma nedeni. Gazeteciliğin evrensel değerlerine göre kamu yararı varsa, haber yayınlanır. Ama iktidar ve ortakları, haber yapılmasına 'casusluk faaliyeti', 'terör faaliyeti' diyor. Haber kavramını kirletmek, gazeteciyi itibarsızlaştırmak için sistemli bir saldırı söz konusu."
- Gazeteciye yöneltilen suçlamalarla siyasetçinin hoşlanmadığı haberler arasındaki çizgi ne zaman kayboldu?
"Uzun zaman önce kayboldu. Bir örnek hatırlatacağım: İstanbul’da bir bebek yanmıştı, aile bebekleriyle gece vakti tedavi olabilmek için hastane hastane gezmişti. O haber infiale neden olmuştu. Ertesi gün dönemin Başbakanı Erdoğan, 'Bu tip bir haber olduğunda yayınlamadan önce hastanenin başhekimi, sonra İl Sağlık Müdürü, sonra Sağlık Bakanı aranacak. Onlar çözüm sunmuyorsa, ben aranacağım. Ben de çözemiyorsam haber yapılacak' dedi. Gazeteciliği, devlet memurluğu gibi bir hiyerarşi ilişkisi içerisinde düşünüyor iktidar, nasıl haber yapmamız gerektiğini tasarlamak istiyor. Nasıl ki siyasette dizayn çabası var, aynısı habercilikte de söz konusu."
- Tam bu noktada iktidarın bağımsız gazeteciliğe olan ihtiyacından söz eder misiniz?
"İktidarın çevresinde gazetecilik geçmişlerini bilmediğimiz, son dönemde ortaya çıkan isimler var. Bu insanlar sadece iktidarın, yaptıklarını övmek veya demokrasiye aykırı girişimleri, toplumun sindirmesini sağlamak için performans gösteriyorlar. Bu kişiler, iktidarı sıkıntıya sokacak olumsuzluklara karşı kör ve sağır oldukları için haber yapmıyorlar. İktidar, yaptığı hatalı uygulamaları düzeltme şansını kaybediyor. Bu, iktidarını sürdürmek isteyenlerin umurunda olması gereken bir konu. Eleştirel habercilikten en çok yararlanması gereken iktidardır. Ama iktidarın etrafında yarattığı körleşmiş bir destek halkası var. O kör halka futbol takımlarını destekleyen fanatik bakış açısıyla iktidarı güzelleyerek sokaktaki yurttaşların problemlerinin görünür olmasını ortadan kaldırıyor. İktidarın gazetelerinde, televizyonlarında çalışan birçok basın emekçisi var. Onlara hiçbir sözüm yok. Herkes ekmek parası peşinde. Ama o haberlerin çarpıtılarak yansıtılması ve kamuoyu algısını değiştirme görevinde olanlar farklı insanlar. Onları gazeteci olarak görmüyoruz."
"GÜÇ ZEHİRLENMESİ TOPLUMA YAYILDI"
- Türkiye’de gazetecilik de siyaset gibi kutuplaştı. “Yandaş medya” , “candaş medya” gibi tanımlar sürekli kullanılıyor. Bu gazeteciliğin kamu yararına yapılan bir meslek olmasını nasıl etkiledi, gazetecilik bir “siyaset biçimi”ne mi dönüştü?
"Gazetecilik bu noktaya zorla getirildi. Bu bir tercih değil. Bir yanda iktidarın olanaklarını kullanan, reklam ve ilan alan bir sermaye söz konusu. Diğer tarafta Cumhuriyet, BirGün, Evrensel, Sözcü, Nefes gibi ayakta kalmaya çalışan gazeteler ve televizyonlardaki basın emekçileri var. Burada çalışanlar, iktidarın kamu yararına olmayan faaliyetlerini dile getirdikleri için ya muhalif bir yaklaşım içine yerleştiriliyor ya da muhalefetle yakın ilişkisi oldukları ileri sürülüyor. Burada muhalefetin haberlerini yapan her medya kuruluşu ve orada çalışan tüm emekçilerin muhalefetin hatalarını da aynı şekilde dile getirme sorumluluğu var. İktidar tarafındaki körleşmeyi biliyoruz ama muhalefet tarafındaki körleşme de başka türlü bir sorun. Zaman zaman muhalefet partilerinden de gazetecilere yönelik hak ihlalleri oluyor. İktidardan ya da muhalefetten gelen, gazeteciye ve halkın haber alma hakkını engellemeye dönük her türlü hak ihlalini kınıyoruz. Ülkedeki sıkıntı şu, eril dil. Sürekli birbirine parmak sallayan, iktidarın çok üst perdeden 'Dediğimi yap yoksa haddini bildiririm' yaklaşımı hayatın her alanına siniyor. Böyle bir liderlik ve gövde gösterisi zaman zaman muhalefeti de zehirliyor. Muhalefetin şu anki tutumu, göreve geldiklerinde nasıl bir demokrasi anlayışıyla yol alacaklarına örnek teşkil ediyor. O yüzden muhalefetin de çok dikkatli olmasında yarar var. Çünkü bu güç zehirlenmesi toplumun tamamına yayıldı. Basın emekçilerine yönelik hak ihlallerinden uzak durmalılar, meslektaşlarıma gerekli saygıyı ve çalışma kolaylığını göstermeliler."
"RAHATSIZLIĞA HERKES KATLANMALI"
- DEM Partili Meclis Başkanvekili Pervin Buldan terörist başı Öcalan’ın medya diline dair eleştirileri olduğunu söylemiş, medyanın da yargının da hükümetin elinde olduğuna işaret etmişti. Medyaya müdahale bugün İmralı’ya kadar uzandı mı?
"Biz kamu yararı için eşik bekçisiyiz. Sözümüz, sokaktaki yurttaşı da Meclis başkanını da, cumhurbaşkanını da terör örgütünün başındaki kişiyi de rahatsız edebilir. Ama bu ifadeler DEM Parti açısından da çok talihsiz. Bu sözü söyleyenlerin, savunanların iktidar partisi ve ortaklarından farkı kalmaz. Haber doğruysa, kamu yararı varsa yapılır. Haberin kamu yararı adına vereceği rahatsızlığa herkes katlanmak durumunda. Zaten demokrasi farklı görüşlere tahammül etme rejimi değil midir?"
- Hem ülke hem de basın olarak çok kritik bir dönemden geçiyoruz. Bugün Türkiye’de gazeteciliği en çok tehdit eden otoriter siyaset mi, patronaj ilişkileriyle şekillenmiş medya?
"Bir zamanlar sermayenin iktidardan aldığı ihale, sağladığı kazançlar gazetecilerin yaptığı haberlere engel olabiliyordu. Rahatsız olduklarında iktidar temsilcileri patron ya da temsilcilerini arıyor ve gazeteci ya haberi yapamıyor ya da işsiz kalıyordu. Ama artık o aşamayı geçtik, medya patronlarının bir kısmı yurt dışında, Türkiye’ye dönemiyor. Bugün medyayı en çok otoriter siyaset tehdit ediyor. Bu sürdürülebilir değil. Çünkü insanların daha fazla demokrasi ve hak arayışına ihtiyacı var."
"GAZETECİLERİ YALNIZLIK HEDEF YAPTI"
- Gazeteciler rahatlıkla gözaltına alınıp tutuklanırken saldırıya uğradıklarında hatta öldürüldüklerinde yargılamalarda aynı hassasiyeti göremiyoruz. Neden?
"Bir meslek düşünün ki sizi herkes hedef gösteriyor, hakaret ediyor. Sözlü ve fiziksel saldırı emrini veren parti yöneticileri var, bunlar biliniyor ama bunlarla ilgili cezasızlık uygulanıyor. Esenyurt’ta meslektaşımız Hakan Tosun katledildi. Tosun’un ailesine 27 saat haber verilmedi. Bu cinayetin, yaptığı haberler nedeniyle planlı olma ihtimali var. Bir yandan halkın haber alma hakkına müdahale edilirken, bir yandan da güç odaklarının istediği gibi habercilik yapmayan insanlar İstanbul’un göbeğinde av haline getiriliyor. Olayın ne olduğuna dair en ufak bir açıklama yok, sır perdesi kaldırılmalı. Bu işin bu kadar kapalı devre yürümesi bizim şüphelerimizi artırıyor. Bu iktidar döneminde de gazeteciler öldürüldü. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Müzesi’nde öldürülen 67 gazetecinin fotoğrafı var. Her birinin suçu, o dönemin günah keçisi olmak. Dönemin iktidarlarının kamu yararına uygun olmayan faaliyetlerini ortaya sermek. Gazeteciler hep yalnız bırakıldılar. Biz gazeteciler, kahraman değiliz. Yurttaş adına bir hak ihlalini gündeme getirip çözümüne katkı sunuyoruz. Ancak öldürülen gazeteciler galerisinde yer alan birçok kahraman gazeteci var. Onlar yalnız olduğu için hedef seçildiler. O yüzden hak ihlallerini tüm gazeteciler dile getirmeli, göz yummamalıyız. Kamuoyunun da o gazetecilere sahip çıkmasına çok ihtiyaç var. Çünkü gazeteciler sustuğunda sokaktaki yurttaşın sorununu kim iletecek? Size çarpıcı bir örnek vereyim: Gezi eylemleri döneminde TGC olarak o dönemde vali olan Hüseyin Avni Mutlu’yu ziyaret etmiştik. O dönem çok sayıda gazeteci kolluk güçleri tarafından eylemci oldukları iddiasıyla saldırıya uğramıştı. Biz de Mutlu’ya bir dosya sunduk. Haksız yere saldıran, müdahale eden kişilerin bulunup cezalandırılmasını istedik. Mutlu bize 'Bunlar dayak yerken birbirlerinin fotoğrafını çekememişler mi?' diye sordu. Her seferinde 'Sözün bittiği yerdeyiz' diyoruz ama söz, çok uzun zaman önce bitti."
- Sonra nasıl bir yol izlendi?
"O meslektaşlarımızla ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde soruşturma yapıldı. Gazetecilerden ifade vermesi istendi. Ama gazeteciler hem çalıştıkları kurumlara hem de ifade verecekleri kişilere güvenemedikleri için gitmediler. Verecekleri ifadeyle yine hem kurumlarında, hem de sokakta hedef olacaklarını düşündüler."
- Gazeteci; vatandaşın, halkın hakkını ararken üzerindeki baskılardan dolayı kendi hakkını arayamaz duruma mı geldi?
"Evet. Gerçekten her ülkede çok önemli bir haber iktidar değiştirebilir. Gazeteci yaptığı hak ihlalleri haberiyle dünyayı kurtarır ama kendini kurtarabilir durumda değil. Çünkü sigortasız, sendikasız, asgari ücretle görev yapan gazetecinin ekmekle imtihanı hiç bitmiyor."
"DEMOKRASİ İLE TANIŞAN VAZGEÇEMEZ"
- Bağımsız medya kuruluşlarının sayısı çok azaldı, hala yayın hayatına devam edenler ise ekonomik olarak nefes alamaz durumda. Buradan çıkışın yolu var mı?
"Bu ülkenin çok güçlü bir gazetecilik damarı var. Daha fazla dayanışmaya, örgütlenmeye ihtiyacımız var. Tüm meslektaşlarımız dayanışma içerisinde olmalı, kimse kendini yalnız hissetmemeli. Sendikalardan, meslek örgütlerinden destek almalı. Biz ücretsiz hukuksal danışmanlık veriyoruz. Meslek örgütü olarak yaptığımız girişimlerle birçok gazetecinin hak ihlaline müdahale ettik ve çözebildiğimiz problemler oldu. Bu geçecek. Kaybettiğimiz TGC Onur Kurulu Başkanımız Altan Öymen’in biz umutsuzluğa kapıldığımızda söylediği güzel bir sözü vardı, 'Bu ülke demokrasiye alıştı. Umudunuzu yitirmeyin. Bu ülkedeki insanlar seçimi sever, oyuyla kendi geleceğine karar vermek ister' derdi. Bu ülke mutlaka daha iyi günleri görecek. Çünkü demokrasiyle tanışan yurttaş artık demokrasiden vazgeçmez. Biz de demokrasiden vazgeçmeyeceğiz ve gazetecilere yönelik hak ihlallerini görünür hale getirmeye devam edeceğiz. Şu an asgari ücretle para kazanan ve yaptığı haberle gündemi sallayan çok sayıda gazeteci var. İyi ki onlar var. Onlara bu ülkede yaşayan her yurttaş ve mesleğimizin geleceği adına teşekkür ediyorum."