Son günlerde Muş, Bulanık ve Varto'da silah kullanımından kaynaklanan ölümlü gelişmeler, yalnızca birkaç haneye değil, tüm topluma ağır bir ders bıraktı. Birkaç dakika süren öfke, bir silahın soğuk namlusundan çıkan mermilerle, yılların emeğini, dostluğunu, sevgisini yok edebiliyor. Bu tablo yeni değil, ama kanıksanmaması gereken kadar vahim. Çünkü bireysel silahlanma artık sadece bireylerin değil, geleceğimizin de en karanlık gölgesi haline geliyor.
Türkiye’nin dört bir yanında kolaylıkla ulaşılan tabancalar, ruhsatsız av tüfekleri ve kaçak silah ticareti, her sokakta potansiyel bir trajedinin habercisi. Muş’ta yaşanan kayıplar, aslında bir “yerel haber” değil; ülkenin tamamına kesilen bir alarm zili. O silahlar yalnızca bir insanı değil, bir ailenin huzurunu, bir mahallenin/köyün güvenini, bir kentin geleceğini öldürüyor.
Toplumun kanayan yarası haline gelen bireysel silahlanma, psikolojik ve sosyolojik birçok kırılmayı da beraberinde getiriyor. İnsanların sorun çözme biçimleri, müzakere ve hukuk yerine şiddete kayıyor; gençlerin zihin dünyasında silah, bir savunma aracı değil, bir güç simgesi olarak yerleşiyor. Böylece gelecek kuşaklara aktarılan şiddet kültürü, bir tür “sessiz salgın” olarak yayılıyor.
Burada asıl sorumluluğu yalnız bireylere yüklemek yeterli değil. Resmi denetim mekanizmaları zayıf kaldıkça, her köşe başında “el altından” satılan silahların önü alınamıyor. Yasal boşlukların giderilmesi, gerekli eğitim, caydırıcı cezaların uygulanması ve en önemlisi, etkin denetim şart. Ancak yasalar kadar önemli olan, toplumun bu meseleye karşı göstereceği irade. Zira hiçbir yasa, toplumsal duyarlılığın yerini tutamaz.
Sivil toplum kuruluşlarına, yerel yönetimlere ve eğitim kurumlarına büyük görevler düşüyor. Silahlanmayı “güç” değil “tehdit” olarak tanımlayan farkındalık kampanyaları, özellikle genç kuşakların zihniyetini değiştirmede kritik öneme sahip. Ayrıca medyanın da, silahlanmayı normalleştiren görsellerden uzak durarak, şiddetle arasına net bir mesafe koyması gerekiyor.
Son birkaç gün içinde Muş’ta yaşanan trajedi, yarın başka bir ilde, başka bir sokakta, başka bir evde tekrar etmeyecek mi? Bunun garantisini kim verebilir? İşte bu yüzden bireysel silahlanma meselesi, sadece “yerel bir sorun” değil, ulusal güvenlik meselesi olarak ele alınmalı.
Unutulmamalıdır ki, bir toplumun geleceği; çocuklarının elinde kitap mı, yoksa silah mı taşıdığıyla şekillenir. Eğer bu gidişata dur denmezse, bizler çocuklarımıza umut değil, korku dolu bir gelecek bırakmış olacağız.