TAŞRANIN KUDRETİ, METROPOLÜN ÇEKİRDEĞİ

Abone Ol

TAŞRANIN KUDRETİ, METROPOLÜN ÇEKİRDEĞİ

Taşra insanının kaderine yazılı o görünmez kudret vardır: köyde muhtarın selamıyla, kasabada esnafın çay ısmarlamasıyla, vilayette bürokratın kapıda karşılanmasıyla beslenen bir güç. İnsan, küçücük coğrafyada kocaman görünür; zanaatkâr elini masaya vurur, memur kalemini şıkırdatır, imam nasihat eder, akademisyen ve öğretmen kürsüden ilim dağıtır. Herkes bir rolünü bilir ve kendi sahnesinde dev gibidir. Taşranın sakin sokaklarında yürürken insan kendini grurlu, bilinir ve hatta biraz da abartılı mühim hisseder. Gariptir ama herkes müdürdür, başkanıdır...

Fakat aynı kişi, bir sabah çantasına öz güvenini, ceketinin iç cebine de taşra kudretini koyup metropole geldiğinde işte o an hikâye bambaşka bir ezgiye dönüşür. Metropolün ortasında, milyonlarca insanın arasında, o kudretli memur, başkan, esnaf veya akademisyen bir anda çekirdeğe dönüşür: ince bir kabuk, içi dolu bir öz ama kimsenin fark etmediği küçük bir parça. Ne selamı bilen vardır ne de zanaatkârın emeğini tanıyan. Metropol, kimsenin kimseyi önemsemediği dev bir değirmendir; içine giren herkesi aynı un hâline getirir.

Taşranın bu güçlü figürleri, metropolde turnikeden geçerken kartının basmamasıyla bile fukaraca sarsılır. Taşrada aranan, bilinen, “Hocam/başkanım şöyle buyurun” denilen kişi, metroda omzuna çarpan gencin özrünü bile duyamadan sürüklenir kalabalığa. Bir zamanlar çay ocağındaki tabure onun için ayrılırdı; şimdi ayakta kalmamak için mücadele verir. Kırılır kırılmasına ama kırıldığını fark edecek tek bir kişi bile yoktur.

Metropolün yalnızlığı arabeskin en rafine hâlidir: İnceden inceye acıtır, ama dışarıdan bakıldığında görünmez. Taşralı tip, bu dev şehirlerde kendini bir nevi gürültünün fon sesi gibi hisseder. Taşrada bir kararla küçük dünyayı yerinden oynatan o adam, burada trafik ışığı kırmızıdan yeşile dönene kadar bile kimsenin dikkatini çekmez. Bakanlık, siyasi, sendika ve kurum bürokratlarının bekleme odalarında saatlerce randevu için bekletilir. Sanki biri görünmezlik pelerini verilmiştir de o da farkında olmadan giymiştir. Metropol, milyonların içindeki bu tek kişilik yalnızlığı öyle ustalıkla sahneler ki, insan kendi varlığından bile şüphe eder. Artık depresif gelecek pek yakındır.

Ve elbette o tatlı, buruk, hafif isyan eden taşralı gururu mağrur mağrur köpürür. Metropolde yattığı misafirhanin rutubet kokan odasında her akşam kendine şöyle fısıldar: “Bizim orada böyle olmazdı." Ama bilir ki burada öyle olur. Hatta daha beteri de olur. O yüzden bu söz, bir itirazdan çok bir hatırlayışa dönüşür.

Taşrada insanların birbirinin acısını, sevincini, hüznünü bildiği o hayat; metropolde yerini kabinlere sıkışmış ruhlara bırakır. Orada insanlar birbirini tanımadan sever, burada tanımadan iter. Taşrada bir kapı kapanınca camdan seslenilir; metropolde kapı yüzüne kapanır ama sen kapının varlığından bile emin olamazsın.

Yine de metropol, taşralı için bütünüyle zulüm değildir; çünkü insan garip bir mahluktur: Kendini çiğneyen sisteme bile zamanla alışıp müptelası olur. Taşralı tip, birkaç yıl sonra kalabalığın içinde yürürken artık eskisi kadar şaşırmaz; yalnızlığıyla dost olur, sessizliğini şehir gibi çok katlı bir yapıya dönüştürür. Arada bir aklına “Bizim oralar” gelir, o kadar. Taşrada bir dev iken burada bir çekirdek olduğunu bilerek ama yine de yürüyerek hayatı sürdürür.

Çünkü metropol, herkes için aynı imtihandır: Kendini yeniden var etme, yenilirken bile ayakta kalma, kimsenin bilmediği bir hikâyeyi kimseye anlatmadan yaşama sanatı.

Ve en büyük ironik vaziyet şudur ki: taşrada bir resimle, koltukla, unvanla veya takım elbise ile büyük görünmek kolaydır; asıl maharet, metropolde küçük görünürken bile büyük kalabilmektir. Ne var ki, metropollerin öğütücü çarklarından geçip de taşranın dinginliğine bir daha tam olarak dönemeyen, iki dünyanın arasında sıkışmış; hatta çoğu zaman üçüncü bir hâle bürünen tuhaf, yamalı bir tipoloji örnekleri de vardır. Ne metropole aittirler ne de taşraya.

İşte taşralı tip, sonunda bunu öğrenir: Kudret, coğrafyada değil; insanın içini taşıma biçimindedir.

Dışarıdan sıradan görünse de, içinde hâlâ taşranın o sıcak, tanıdık, kudretli nefesini taşır. Arabesk yalnızlığını bile onurlu bir duruşla, sessiz bir inatla taşır. Çünkü bilir ki metropol insanı küçültebilir ama yok edilemez. Çekirdek küçüktür ama içi doludur.