SİZE DE TEŞEKKÜR EDERİM MEMUR BEY!
Çağın kargaşasında ruhumuzdan eksildiğini gözden kaçırdığımız bir şeyler var. Öyle bir eksilmek ki bizi iskeletten ibaret kılan, içimizi terk edilmiş bir kasabaya çeviren, ıssızlaştıran bir hal. Bu halin vuku bulmaması adına bizim hanede olan biten birkaç durumu izah etmek pek keyifli olacak. Küçük kardeşim Muhammed Fatih 4 yaşında, bizden bir şey isterken "... şunun için izin alabilir miyim lütpen?" diye başlıyor söze. İstediğini alınca "teştürüm (teşekkür ederim) " diyor. Hapşırdığında hayırlı yaşa, diyoruz, ben de göreyim, diyor. Sofraya oturduğunda kimseden sesli "Bismillah"ı duymamışsa, unuttunuz mu deyip sağ baştan herkese "Bismillah" dedirtiyor. Kalkarken elimize sağlık, afiyet olsun, diyor. Hata yaptığında özür diliyor, bizi üzdüğünde bunu yaptığı için ağlıyor. Bazen durduk yere yüzümüzü avuçlarının içine alıp “seni çok seviyorum” diyor. Hayvanlarla konuşuyor, çiçekleri koparmamaya çalışıyor. Yanlış, eksik ama insan gibi... Hayatımda gördüğüm en hareketli çocuk, bu işin bu kadar yorucu olacağını tahmin bile etmemiştim ama sebatla küçüklüğünden itibaren bir düzen içinde yetişirse hayatınızın geri kalanı kolaylaşıyor. Hakkı olarak keşfetmeyi, kırıp dökmeyi, anlamaya, öğrenmeye çalışırken kirletip, dağıtmayı ona çerçevelendirdik, en büyük destekçim kardeşim Elif ile. Elif dışındaki aile üyeleri işimizi zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor en tatlı halleriyle. Muhammed Fatih hık dedi mi o ağlamadan her istediğini yapmaya çalışmaları ya da iş çıkmasın, usluca otursun diye eline telefon vermeleri, televizyon izletmeleri, kırıp dökünce kızmaları, dünyayı keşfetmeye gelmiş bir çocuk için fazla yorucu. Çünkü o uslu uslu oturmaya gelmedi. Sonra vay efendim nerede mucitlerimiz, bilim adamlarımız, şairlerimiz diye dövünüyoruz. Bir hanede fikir birliği önemlidir, belki öyle olsaydı bizde de işler daha kolay olurdu ki Muhammed Fatih izin isteyeceği zaman belli kişileri gözüne kestirmemiş olurdu. Biz onun gelecekteki kişiliğini dolu bir ruh üzerine inşa etmek istiyoruz, bu sadece ailenin değil toplumun da vazifesi. Biz istiyoruz ki o 30, 40 yaşına geldiğinde, sabah karşılaştığı komşusuna selam versin, alışverişi bitince kasiyere teşekkür edip çıksın, alt komşusu rahatsız olmasın diye yüksek sesle konuşmasın, yolda kimseyi rahatsız etmemek için kahkaha atmasın, biriyle konuşurken bir yandan telefonla ilgilenmesin, karşısında esneyip gerinmesin, yayıla yayıla oturmasın, köpeğe tekme atmasın, gülü dalı incitmesin, sözü yormasın.
Muhammed Fatih ile açtığım konunun evveline dönecek olursak bu çağın kargaşası içimizde çok mühim bir şeyi savurup götürdü, nezaket... Geçen gün sosyal medyada denk geldiğim bir fotoğraf gergefime nakış olacak güzellikteydi. Eski bir bilet, altında "... bileti muhafaza buyurunuz" yazıyor. Yine aynı paylaşımın devamında günümüz bilet uyarısından söz edilmiş "... saklamak zorunludur" ifadesi yer alıyor. Bu ufacık detayın hayatımızdan ne kadar büyük bir değeri götürdüğünün farkında mısınız? İnsan zarif, nazik ve latif olunca bu hal etrafına da sirayet eder. Bu dalga dalga yayılır ve toplumsal ruh halini de şekillendirir. Osmanlıda, evde hasta varken sessiz olunması gerektiğini dahi pencerenin önüne sarı bir çiçek bırakarak anlatma inceliğinden, üst komşusu gürültü yapınca balkona çıkıp avaz avaz bağırarak uyarma kabalığına geldik. Kendini argo sözlerle, küfürle ifade eden cahil insanlar her gün çoğalıyor. Neymiş efendim, öfkenin dışa vurumuymuş, küfür de bir duruşmuş. Şuna söyleyecek iki kelime bulamıyorum da küfre sığınıyorum desene, niye meşrulaştırmaya çalışıyorsun. İnsan, içinin tezahürüdür. İçi boş olunca sadece iskelet kalır. İnsan olmanın hakkını vermek için akıl ve kalp ikilisini muhteşem bir ekip haline getirebilirsiniz. O zaman hayatın nasıl lezzetlendiğini göreceksiniz.
Aslında bu yazının konusu kurumlarda yaşadığım olaylarla şekillenmeye başlamıştı. Verdiğiniz selamı almaya üşenen, bilgi verirken ağzının içinde konuşan, halkla iletişim kurmayı bilmeyen sayısız insan gözlemledim. Geçen gün saat 15.00 sularında bir kuruma gidip sıra aldım. Sırada bekleyen kimse yok, ortalık sakin, onun mutluluğu ile buradaki işimi halledip hemen diğer işlere koştururum dedim. Fakat kimseler olmamasına rağmen aldığım sıra numarası ile tabeladaki numara arasında çok büyük fark vardı. Bir yanlışlık olmasın diye, boş boş oturan görevliye ne için geldiğimi izah ettim, kısmen. Çünkü lafı ağzıma tıkayıp sıranızı bekleyin işinizi halledeceğiz, dedi ve ağır ağır yerinden kalkıp abdest almaya gitti, sonra aynı ağırlıkta başka yere namaza geçti. Ben de gayri ihtiyari onu takip ediyorum ne zaman gelecek diye. Namazını kılıp geldi, baş göz üstüne, Allah kabul etsin. Etrafa bakındı, düşündü, telefonunu çıkarıp 20 dakika kadar telefonda görüştü. Belki evde bir sıkıntı vardır deyip onu da tebessümle karşıladım, eyvallah. Nihayet sıra bana geldi, belgeleri uzattım. Aa sizin işlemler yan binada, dedi. Ama geldiğimde size izah etmiştim, o zaman niye söylemediniz, mesai bitmek üzere, diye yine yüzümde hafif bir tebessümle konuşmaya devam ettim, saçı bembeyaz, 50'li yaşlarda olan bu beyefendi karşısında. Dinleyememişim, deyip belgeleri uzattı, yan binaya gittiğimde kimsecikler yoktu ve o gün işimi halledemeden ve diğer bütün işlerimin aksamış olmasına üzülerek döndüm. Şimdi burada benim hakkım bu beyefendiye geçtiyse ve helal etmezsem ne olur? Dışarıdan bakınca basit görünen benim için ufacık olan bu mevzunun aslı çok ağır. Bizler gönüllü olarak yaptığımız işlerde dahi zamana, hakka, hukuka riayet etme hassasiyetinden bahsederken, yığınla maaş alan insanların işe geç gitmesi, işten erken çıkması, muhataplarına nobran, hodbin davranması, işinin hakkını vermemesi açıkça kul hakkıdır. Hem bizatihi benim hakkımı çiğniyorsun hem de aldığın maaş ile bütün memleketin hakkını. Bunun altından nasıl kalkılır? Tüm işverenlerden ricamdır, lütfen her ne iş yapacak olursa olsun insanlarla iletişim kurma noktasında nazik, zarif, latif olamayanı işe almayın. Bir çay ikram ederken başınıza çalar gibi çayınızı verenden, bir tebessümün dahi cimriliğini gösterenden, hata yapınca kabul etmeyip özür dilemeyi bilmeyenden, teşekkürü diline aşina kılmayandan, menfaati için yaşayanlardan, sürekli olumsuz konuşup neşenizi bölenlerden, şevkinizi kıranlardan, çocukları, yaşlıları, hayvanları, çiçekleri sevmeyen insanlardan uzak durun. Durun ki içlerindeki ıssızlığı size de bulaştırmasınlar.
Muhammed Fatih çayını karıştırırken ona anlattıklarıma binaen kaşığı bardağa değdirmeden karıştırmaya çalışıyor, dönüp bana "abla bunu da başarabilirim" diyor. Umarım hayattaki incelik denen şuncacık mefhumu başarabiliriz, umarım hep birlikte başarabiliriz.