Hani anlatırlar ya, Taptuk Emre, Yunus’u dergâhın odunculuğuna tayin eder. Yunus kırk yıl boyunca bu hizmette bulunduğu halde, bir kez olsun dergâha eğri ve yaş odun getirmez. Bunu fark eden Taptuk Emre bir gün Yunus’a: “Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?” diye sorar. Yunus: “Dağda eğri odun çok, ancak senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz.” diye cevap verir. Gerçekten de sadece yanıp gidecek değil miydi? Altı üstü yakılacak odundu işte!
Bence eğri odunun çok tarifi var. Siyaset, ticaret, İyi yapılmayan iş, doğru olmayan söz, düzgün icra edilmeyen meslek, dürüst olmayan hayat, … Hepsi, eğri odun!
Aslında hem GÖNÜL DÜNYAMIZ, hem SİYASET, hem EVİMİZ hem de İŞİMİZİ bu şekilde bir düşünebilsek. Yaptığımızın en güzelini ve mükemmelini yapmaya çalışsak. Eğri odunları, -yakmak için bile olsa- sokmasak içeri.
Birkaç şey daha hatırlatır bu hikâye bana. Yunus için Taptuk Emre’nin dergâhı çok önemliydi. Hem o kadar önemli ki, eğri odun bile giremezdi oraya. Ya bizim gönül dergâhlarımız?
Yunus Emre ve Eğri Odunlar / Siyasi Partiler ve Şehrül-Eminler… Uygun düştü mü bilemem, ama Yunus’un dergâhına ve Taptuk Emre’ye olan muhabbeti ve bağlılığı, bugün milyonlarca kişinin ‘aynı ölçüde ve manada olmasa bile’ farklı siyasi partilere ve liderlerine olan sevgisi gibi duruyor!
Ancak; Yunus dergâhına kırk yıl boyunca taşıdığı düz ve kuru odun bulma arayışından hiç vazgeçmedi, O eğri odunları dergâhına hiç layık görmedi! Kırk yıl sabretti yüreğine aydınlığın doğacağı günü bekledi. Bu gayreti, sabrı ve hassasiyeti siyasilerimiz de gösteriyor diyemiyoruz ne yazık ki! Bu kıssadan hisse almaları gerekmez mi?
Bahsettiğimiz asıldır… Manadır, tariftir… Ben Yunus’um diyen olur, yakıştırılan olur, yakışan olur bu tarife… Yâda olmaz… Bunu önce hak, sonra halk bilir elbet…
Önümüz de yeni bir seçim var. Bu seçimde ilimize ilçelerimize ve beldelerimize Şehrül-Emin ve ekipleri (Belediye Meclis Üyeleri) seçilecek. Peki, biz kimi seçeceğiz? Kime oyumuzu vereceğiz? Muş, İlçe ve Beldelerinde ‘emin kişi’ sayarak kimin omuzlarına ağır yükler yükleyeceğiz?
Halkına hizmet etmekle yükümlü, siyaset üstü bir konumda bulunması gereken belediye başkanları, kendisine güvenilerek emanet edilen o makamlarda bulunmaları ve şehri de temsil etmeleri nedeniyle Şehrül-Emin (Şehrin en güvenilir insanı) olarak da anılmaktadırlar.
Şehrin emin kişisi, emin insan, yani bu günkü manasıyla seçilmiş belediye başkanı, şehrin imarından, turizminden, çöpünden, suyundan, çevresinden ve o yerleşim yerinde yaşayanların refahından sorumlu kişi.
Şehrül-Emin olmak, şehrin halkına hizmet ederken Hakk’a hizmet ettiğinin bilincinde olmaktır. Yaşadığı şehirden emin olan geleceğinden de emin olur. Bu tarife yakışan halkın seçimi ile Şehrül-Emin yani Belediye Başkanı olur. Bunu önce Allah sonra halk bilir. Çünkü Şehrül-Emin, yaptığı işin hesabını, önce vicdanına, sonra Allah’a ve şehrin insanına verir.
Şehrül-Emin değil de sanki Şehrül-Parti seçiyoruz ..!
Siyasi partilerin Başkan, (Şehrül-Emin) adayları henüz kesinleşmemişken hangi partinin kazanacağını, kaybedeceğini, hangi partilerin seçimde birbiriyle çekişeceği hakkında kesin tahminler yapılıyor. Oysa ‘ortada fol yok yumurta yok’ ama seçimler için şimdiden iddia ya bile giriliyor! Unutmayalım; Adaylar partilerinin sadece amblemleriyle seçimlere girecek halkın takdirini kazandıklarında bu şehri yönetecek. İsimler kesinleşmeden ‘düz mü, kuru mu? Eğri mi, Yaş mı, iyi mi kötü mü?’ görmeden partiler üzerinde anket yapmak ne kadar doğru? Sanki yaşadığımız şehri parti amblemleri yönetecek!
Çözüm; Siyasiler Yunus duruşu gösterecek, seçmenlerde ‘en Yunus’ça’ davrananı gözetleyecek tespit edecek ve onlara hassas davrandıkları için hak ettikleri ödülü Şehrül-Emir’lerini seçerek vereceklerdir. Aksi durumda bu seçimi resmi kazanan olsa bile gerçekte kazananı ne siyasi partiler ne de seçmenler olacaktır…
Yunus Emre Kırk yıl sabretti yüreğine aydınlığın doğacağı günü bekledi. Başardı! Bunun için de sizler, her biriniz Yunus olmalısınız, hem de hani şu Taptuk Emre’nin tabiriyle “bizim Yunus”…
İnanın o zaman başaracağız!