KİBİR VE TEVAZUNUN ÇARPIK AYNASINDAN

Abone Ol

Hayat işte… İnsanoğlu tarih boyunca kendini tanrılaştırmaya meyilli, burnunun ucundaki toprağı görmezden gelen garip bir mahlûk olarak belirir. Bu manada modern zamanların en gösterişli maskesi ise kibridir. Oysa Aziz Kur’an’da açıkça buyrulmuştur: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü ne yeri yarabilirsin, ne de dağlara boyca ulaşabilirsin.” (İsrâ, 37). Ama yine de bazıları, birkaç koltuk, ünvan ve makamla göğe yükselmiş sanır kendini.

Hayat işte… Kibirli insan, sabah kalktığında güneşi kendisi doğurmuş zanneder. Konferans kürsüsünde sesini yükseltirken sözlerini evrensel kanun sayar. Oysa Efendimiz (sav) “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez” (Müslim, Îmân, 147) diye buyurmuştur. Ama modern insana sorsanız, kibri “özgüven” diye yutturur.

Hayat işte… Politikada da aynı. Kimi siyasetçi, bir imzasını vahiy gibi görür, kendi sözünü yasa üstü sanır. Unuturlar ki Nemrut da Firavun da aynı kibirle sahneye çıkmış, aynı toprakta sessizce kaybolmuştu. Tarih, kibirlileri önce alkışlarla, sonra lanetlerle anar.

Hayat işte… Ekonomide de. Kasasındaki parayı kendi ölümsüzlüğü sanan bazı patronlar, işçinin alın terini sayılardan ibaret görür. “Ben olmazsam bu çark dönmez” der. Oysa Aziz Kur’an, Karun’u örnek verir: “Karun, kendi zenginliğini ‘Bu bana ilmim sayesinde verildi’ diye böbürlenerek anlattı. Oysa Allah onun helâkini anında gerçekleştirdi.” (Kasas, 78-81). İşte ne dinden ne de tarih tecrübesinden bir türlü ibretlik ders alınmaz.

Hayat işte… Kültürde, akademide, sanatta bile kibir pusuda bekler. Ünvanı parlatılmış hocalar, makalesini, tezini ve kitabını ilahi metin adlederek yarı tanrı edasıyla kendi fikirlerini tek hakikatmiş gibi dayatır. Bir şiir dizesini, bir nota vuruşunu “benim deham” diye kutsar. Oysa Resûlullah (sav), “Allah ilim öğreneni de öğreteni de sever; fakat kibirleneni sevmez” (Deylemî, Müsned) buyurur. Yalın ve sarih bu ifadeler inşallah hissedilirek tatbik edilir.

Hayat işte… Modern mekânlarda kibir daha da cilalıdır. Plaza camlarında kendini seyreden insan, göğe yükselmiş gibi görünür ama aslında kendi yalancı yansımasına hapsolur. Arabasıyla, eviyle, yalısıyla, tatiliyle böbürlenir. Oysa Allah’ın elçisi, hurma lifinden yapılmış bir hasırın üzerinde uyumuş, vücudunda iz kalmıştı; ama o, kâinatın en şereflisiydi. Düşün artık sen de kim oluyorsun.

Hayat işte… Sosyal medyada da kibir vitrine çıkar. “Takipçim arttı, beğenim çoğaldı” diye sevinirler. Ama unutur ki, “Dünya malı ve süsü geçicidir; Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (Kasas, 60). Akıl işte burada hünerlerini göstermeli, geçici olana değil ebedi olana talipli olmalıdır.

Hayat işte… Kibir, insanın kalbine gizlenmiş bir zehirli yılandır. Dilinden dökülen her böbürlenme, kalbinde bir çürük yer açar. Bugün göğe çıkan yarın yerin dibine geçer. Tıpkı, Karun’un hazineleriyle beraber yerin dibine geçtiği gibi. Hala define avcısı saflar bu hazineyi bulamadı. Bulunmayacak da.

Hayat işte… Fakat bütün bu kibir çöplüğünün ortasında sadelik sessiz ama görkemli bir taht kurar. Mütevazı insanın eli az ama bereketlidir, dili kısa ama neşeli, huzurlu ve tesirlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), “Allah için tevazu göstereni Allah yükseltir” (Müslim, Birr 69) buyurmuştur. Toprağa yaklaşabildikçe göğe yükselir insan. İşte gerçek büyüklük budur: Gösterişin gürültüsüne değil, sadeliğin sessizliğine sığınabilmek. Mütevazılık, hayatın öz suyudur; onsuz her şey kof bir kabuktur. Ve en kutsal miraslardan biri de budur: kibirle değil, tevazu ile yaşamak, okumak ve hareket etmek.