GAYRİ-SİYASÎ
. “Kardeşim, sana bu satırları 2020’den yazıyorum. Yıllar sonra nerede oluruz, nasıl oluruz bilmiyorum ama güzel şeyler olsun diye bugünden çok çalışacağımızı, bu garip şehrin hakkını vermek için, şerefsizlere nefes aldırmamak için son nefesimize dek mücadele edeceğimizi çok iyi biliyorum.” diye bir bayrak gibi göndere çekmişim burada kalma sebebimizi. Devam etmişim, “Bizi durdurmak isteyeceklerini, her defasında ayağımızdan tutup çukura çekeceklerini, yolumuza taşlar, dikenler sereceklerini de biliyorum. ‘Yolumuzu alan atımızı da almadı ya!’ deyip yolumuza devam edeceğiz. Yeri gelecek hep yaptıkları gibi ‘onlar bizi yok sayacak, biz daha çok var olacağız’ inşallah.” Ne yaşamışsam o aralar mektupta kavga etmişim cümle hainle. Bunları asıl ne için yazdığımı anımsadım, şimdiki gibi gitmeyi düşünürsem açıp okuyup vazgeçeyim diye, hatırladım, gülümsedim.
Şöyle devam ediyordu mektup: “Belki de tüm yazdıklarım bu satırlarda kalacak, Yaradan ne nasip eder belli olmaz ama en azından “bizim safımız belliydi, yangına su taşıyan o karıncalardık”, diyebileceğiz. En azından hayalde de olsa biz bu memleket, bu millet için güzel şeyler düşündük, diyebileceğiz..”
Yorgun başladığım bu yazıyı dirilerek, tazelenerek bitiriyor olmak beni yine ümitlendirdi. Dizime yeniden yol yürüme dermanı veren Allah’a hamd olsun. Gitmeyeceğimi ben de biliyorum, kendimle blöfleştim yukarıda. Bitirirken mektubun da sonunu getirelim, sonsuz cümlelerle, “Kardeşim, bana bu memleketin düzeleceğine dair hayal kurma cesareti verdiğin için, beni anladığın için, uyuyan tüm kalabalıklara karşı benimle uyanık kaldığın için Allah razı olsun. Razı olsun, yoksa başka türlü kalplerimiz huzur bulmayacak.”